Banka ilerleyip yanına oturdum. "Naber." sesimi duyduğu anda gerilen omuzlarına düştü gözlerim. Bana alerjisi vardı. Benim de ona. Ama yanlış anlamaya mahal vermek de istemiyordum.
"Şimdi değil." Diye mırıldandı ekrana bakmaya devam ederken. Parmak hareketlerini takip edip ona doğru yaklaştım, ekranda uzunca bir paragraf görünüyordu ama daha ben tek kelime okuyamadan sertçe bankın öte yanına itilmiştim.
"Napıyosun lan?"
"Kültür turizmi. Neyi öyle konsantre okuyorsun merak ettim. Ne o?"
Gözlerini belerterek, "Burada napıyosun?" diye sordu.
"Oh be. Havanın tadını çıkarıyorum." kollarımı gererek esnedim. Kışın ortasındaydık lakin güneş tepede parlıyordu. İnce montumun önü sonuna kadar açık olduğundan ayaz bedenimi sararken ince bir titreme geldi. Hala diktiği bakışlarını üstümde hissediyordum. Beni asıl diken diken eden onun şu öldürücü bakışları da olabilirdi tabii.
"Ne? Cevabımı beğenmedin mi? Tamam tamam. Düşman da olsak bir tanışıklığımız var. Kabul et." Mantık saçma gelebilirdi ama bence haklıydım. Ayrıca dediğim gibi eskiden arkadaş sayılırdık. Çok eskiden, yıllar önce ta ki ne bok olduğunu anlamadığım şekilde birden bire benden tiksinmeye başlayıncaya kadar. Şikayet etmiyordum çünkü ben de ona karşı bos değildim uzun süredir.
"Mantığına sokayım. Hadi uza."
"Tersinden mi kalktın?"
"Öğlen arasındayız çilli. Keyfimi kaçıran tek şey varlığın."
"Varlığım mükafattır ama sen ne anlarsın. Neyse. Suratın sirke satıyor?"
"Uzaklaş." Telefonu kapatıp cebine koydu. Kalkmak üzereyken iki elimle kolunu tuttum. "Az dur ya. Bir şey söyleyeceğim."
Meraklı kahveleri tekrar beni buldu. Yüzünden bir şey okunmuyordu ama ilgisini çektiğimi anlıyordum ben.
"Güney tassak geçmiş senle. Dün nesini ciddiye aldın ki anlamadım?"
Sessiz bir şekilde yüzüme bakıyordu. Simdi bir küfür geleceğini hissediyordum içten içe.
"Nasıl taşak geçmiş tam olarak?"
Düz sesi ile biraz gerilsem de kolumun tekini bankın arkasına atıp ona doğru döndüm. Gecen gün yatan kuponum yüzünden Güney'in başına ekşimiştim, hem de biraz fazlaca, o da ondan mütevellit gidip salağa dalaşmış. Sırf en yakın arkadaşım diye onu ilgilendirmeyen mevzuya dahil olmasını ben de tasvip etmiyordum lakin anlıyordum da, benim düşmanımdan o da hoşlanmıyordu. Kankilik bunu gerektirdiğinden çok laf etmemiştim. Tabii bir yere kadar. İnsanların benim işime karışmaları çok tarzım değildi. Ayrıca şu dangalağın keyfini tek ben kaçırabilirdim ki benim en muktedir imzalarımdan da biriydi. Varlığımla daralttığım adamı başkası bozarsa darılırdım.
"Ana dilinde bir şeyler gevelemiş. Mongol dilinde." kendi müko esprime tek başıma güldüm. Meymenetsizde mimik kıpırdamadı.
"Amma taktın be. Merak etme bir daha o beynini benden başka kimse sikmeyecek. Ayrıca unutma ki biz kan davalıyız." Başımı dikerek yarı şakacı yarı ciddi tonda söylediklerimin az da olsa onu güldürmesini bekledim. Boku bokuna bekledim çünkü şimdi daha sinirli bakıyordu yüzüme.
"Benim seninle bir davam yok."
"O nasıl laf? Oğlum kalbimi kırıyorsun bak. Çok ağır konuştun güceniyorum." ne demek dava yoktu? Ulan ben yemin etmiştin onun yüzünü güldürmemek için. O kadar kolay mıydı? Okulda aldığım nefesi bana dar etmiş herif gelmiş şimdi dava yok diyordu.
"Kendini adamdan sayma yani. Ayrıca sıktı artık."
Onu doğru kayıp, yüzüne doğru eğildim. Nasıl tiksiniyorsa benden irkilen göz bebekleri büyüdü.
"Zapt edilmişsin sen." gözlerimi kısarak bakışlarını yakalamaya çalıştım. "Seni ele geçiren o şeytanı çıkartacağım şimdi." ellerim ben düşünmeden çok eskilerden kalma bir alışkanlıkla gıdıklamak için yanlarına kaydığında sıkıcı bileklerimi tuttu.
"Kafayı mı yedin?" aynı hızla beni tekrar savurduğunda bankın arkasına tutunarak düşmekten son anda kurtulabildim.
"Ohooo. Böyle olmaz ki. Açıkladım işte. Ne uzattın sen de."
"Ben senden açıklama falan istemiyorum amına koyayım." diye mırıldanarak ayağa kalktı.
"Söyle lan. Söyle. Şu düşmanlığımız bitmesin diye ne yapmam gerekiyorsa yaparım."
Kafasını iki yana sallayıp omzunun üstünden suratıma baktı. "Benden o kadar tiksiniyorsan yanıma yaklaşma yeter."
Ohannes! Abartı da dünya marasıydı herif. Yani tiksiniyordun da ne alaka simdi. Hala şu işte bir tuhaflık olma hissini aşamıyordum. Alt üstü 'sana kupon soracağına gidip boşa oynar daha iyi.' gibi yediği laflara çok takılacak biri değildi normalde, ayrıca tiksindiğimi asla saklamamıştım. Ki kendisi de benden aşağı kalmazdı hislerinde.
"Yani. Bir saniye. Sen tiksinmiyor musun? Şimdi kalkıp bana duygularımız karşılıklı değil mi diyorsun?"
Öküz arabası sorumu duymazdan gelip arkasını dönmüş yürümeye başlamıştı bile. Sinir bozukluğuyla karışık bir gülme işte tam o anda geldi. Vallahi beyninden sakattı herif. Şu saatten sonra kalkıp da onca zamandır yaptıklarımızı gözden geçirecek halim falan da yoktu.