"Ne kadar güzel bir sabah."
Yanlış duyuyor olma umuduyla kafamı çevirdiğimde, ellerini montunun cebine sokmuş, gökyüzündeki kara bulutlara bakıyordu.
"Sen on dakika önce çıkmadın mı? Neden buradasın?"
"Keyfim yerinde. Pastaneye uğrayıp simit alalım."
"Dalga mı geçiyorsun oğlum? Bas git. Zaten geç kaldım."
"Sorma ya. Ben de."
Yürümeye başladığım anda yetişip yanıma geldi. Durup deliymiş gibi yüzüne bakınca o da durdu.
"Napıyorsun Özgür?"
"Okula gidiyorum?"
"Hasbinallah. Sabah sabah. Başka yoldan git."
Ters ters bakıp tekrar hızlandım. Tekrar yanıma yetiştiğinde ise sinirlerim iyice kayış kıvamındaydı.
"Tek yol burası çilli. Okul çıkışı karayollarına şikayet yazarsın."
Duymazdan gelecektim. Akıl sağlığım için başka çarem yoktu. Ulan ben sırf onla karşılaşmamak için üç tur tuvalet yapıp, iki kere montumu unutmuştum ki, Hülya hatun gözlerini devirip sonunda yaka paça beni evden atmıştı.
Yetmez gibi İhsan hocadan yiyeceğim azarı bile göğsümü gere gere kabullenmiştim. Yeri geldiğinde başımı eğmek sorun değildi. Değildi de, peki o ne yapmıştı? Sokağın köşesinde beni beklemişti ruh hastası.
Sabır dilenerek gözümü yumup ciğerimi şişirdiğimde kıkırtısı kulaklarıma ilişti. Yok abi olmuyordu. Ben kaçtıkça büyük zevk alıp daha bir üstüme geliyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım artık. Gözlerimi açıp keyiften kısılmış siyahlarını gördüğümde avazım çıktığı kadar bağırmamak için içten içe kendimi tokatlıyordum.
"Peşimden gelmeye kararlıysan eve döneceğim."
"Olur. Bana kahvaltı hazırlar mısın be? Yapar mısın böyle bir güzellik?"
"Şöyle yoldan yürüsene Özgür. Hani belki kör bir şoföre denk gelirsin. Yapar mısın böyle bir güzellik?"
"Şakacı seni."
"Bak son kez söylüyorum. Gelme peşimden."
"Akbili unutmuşum ya."
"Ve benim sana yardım edeceğimi düşündün?"
Kısa ve net biçimde kafasını salladığında, kükrememe mani olan tek şey gökyüzündeki gürleme oldu.
"Şoförden rica edersin. Engelli kartımı çalmışlar dersen inanır. Hadi görüşürüz."
Çantamın askısından tutup beni geri çekti. Hızla dönüp kafamı uzattım. Valla denk gelse burnuna koyacaktım. Sabah sabah çatmıştık resmen. Aynı ev, aynı sokak, aynı okul, aynı oda derken toptan delirmeme ramak kalmıştı.
"Surata bak. Morardın sinirden." Elini itip üstüne doğru gittiğimde hızla geri kaçıldı. "Hop hop ağır ol çilli. Simit ister misin diye soracaktım."
"Sikik manyak."
Gökyüzü bir daha gürültüyle inlediğinde önüme dönüp koşmaya başladım. İnşallah donuna kadar ıslanırdı da zatürreden mevta olurdu. Ben de ilelebet kurtulmuş olup, her yağmurlu günde bir adak adar mum yakardım. Dua falan da ederdim. Ne gerekiyorsa işte.
Sonunda nefes nefese kendimi otobüs durağına attığımda yağmur da bir anda bastırmıştı. Banka oturup, saate baktım. Düşündüğümden daha çok geç kaldığımı fark edince uğursuza bir kaç küfür savurdum.
Şerefsizin teki yüzünden İhsan hoca şakasız beni güzel silkeleyecekti. İlk ders matematikti, en nefret ettiğim, yetişmemin imkanı yoktu artık.
İlk otobüs geldiğinde, sağ tarafa kısa bir bakış attım ama hala görünürde yoktu kendisi. Bıkkınlıkla arkama yaslanıp telefondaki oyunu açtım.
Az sonra alnına yapışmış saçlarıyla tepeden tırnağa ıslanmış bir adet yavşak da reklam panosunun etrafından dönüp, durağın içine girdi. Elindeki poşete bakıp, gözlerini devirdim. Bok boğaz cidden pastaneye uğramış, bir de simit almıştı. Dünya yansa biraz da şuraya yatam kafası buydu herhalde.
Islak poşetten simidi çıkarıp büyükçe ısırırken, keyifli gözleri beni buldu.
"Sana sordum, istemem dedin. Şimdi yavru kedi gibi bakma hiç."
"Yavru kedi ba- kime ne diyorum ki. Kafan çok güzel Özgür güle güle kullan, bana bulaşma."
Sesli biçimde gülüp simiti yüzüme doğru uzatıp salladı.
"Isır."
Mal gibi boş boş suratına bakakaldım, bir yandan karnım gurulduyordu çünkü ismi lazım değil yüzünden kahvaltı da etmemiştim. Elimin tersiyle kolunu itip, "İstemez. Boğazında kalsın." Diye öbür tarafa döndüm. Tekrar görüş alanıma giren simitle ofladığımda gülerek. "Amma nazlandın be. Çekinme bu kadar." Dedi.
"Çek şunu önümden."
"Sen bilirsin. Sıcacıktı ama biraz ıslandı."
Omuz silkip bakışlarını ileri çevirdi. Kolunu durağın köşesine yaslayıp büyük ısırıklar alıp sanki dünyanın en enfes yemeğini yiyor gibi sesler çıkarıyordu. Sinirle kafamı sallayıp tekrar yola döndüm.
Az sonra ileriden otobüsü göründüğünde çantamı omzuma takıp ayağa kalktım. Yan gözle baktığımda açık ağız lokmasını çiğnerken, kafasını kaldırmış bulutları izliyordu. "Otobüs geliyor."
Gözlerini yola doğru çevirip bana baktı.
"Gördüm."
Kıvrılan dudaklarıyla bir ısırık daha aldı.
Otobüs önümüzde durduğunda yana çekilip ilk binmeme izin verince açıkçası biraz şaşırdım. Arkamdan "Direkt giden otobüsü kaçırdın mı çilli?" Diye alayla sorduğundaysa tüm vücudum kasıldı.
Akbili basarken sinirle, "Bir şerefsiz engel olmasaydı, şimdiye çoktan okuldaydım. Bir dakikayla kaçırdım hayvanın teki yüzünden." Deyip en ön koltuğa attım kendimi.
Gözlerimi direkt camdan dışarı dikip bok ifadesini görmemek en iyisiydi. Ayrıca ondan akbil parasını istemeyi aklıma not edip, derin bir nefes alırken saçma bir şekilde yine midem çalkalanıyordu.
*
☘️lav yu🌼