Öfkeyle kalkıp zararla oturmak istiyordum.Hayatta her zaman kendime mukayyet olduğumu iddia etmeyeceğim lakin bu denli dumura uğradığım çok bir hatıram da yoktu.
Omzunda çantası, elinde bavulu ile kapı girişinde dikiliyordu. Annem bir şeyler söylüyor, o ise kafasını usulca sallıyordu. Pek iyi göründüğünü söyleyemeyeceğim yine de bir anlık buz bakışları beni bulduğunda içindeki pisliğin yerli yerinde durduğunu hatırladım.
"Arkadaşına selam versene oğlum. Ne dikiliyorsun öyle?" anlaşılan ben hariç herkes kafayı yemişti. Tam ağzımı açmıştım ki,
"Selam Ali." dediğini duydum. Yanlış duyma ihtimalime karşılık dikkatlice yüzüne baktığımda kafasını hafifçe eğip selam verdi puşt. Bir şeyler döndüğü kesindi yoksu gerçek hayatta olanlara dair bir açıklama bulamıyordum.
"Şaka mı bu? Topluca bana bir oyun falan mı oynuyorsunuz? Hayır başka bir ihtimal gelmiyor çünkü aklıma? Anne?"
"Oğlum konuştuk ya." böyle içine içine kurduğu cümleden sonra, hemen yumuşayan bakışlarını Özgür'e çevirmişti ki içimden bir şey koptu.
"Kabul etmiyorum."
"Ali." şimdi babamın uyarıcı sesini iplemeden aynı kararlılıkla devam ettim. "Bu herif bu evde kalamaz. Başka sözüm yok." başımı iki yana sallarken, babam yanıma doğru gelip, omzumdan tutmaya kalktı. Bir hışımla tutuşundan kurtulup, annemle dikildikleri yere doğru adımladım.
"Anne," dedim bastıra bastıra, "Söyle gitsin. Yoksa ben giderim."
İki yanımda sıkılı yumruklarımı gevşetip, dik bakışlarımı şerefsiz yüzüne çevirdim. Benimle göz teması kurmaya imtina ettiğini de öyle görmüş oldum.
Yüzüme bakamaması iyiye işaretti. Dünyadaki tüm evler yıkılsa bile asla onunla aynı ortamda bulunmazdım. Hele son olanlardan sonra içimdeki nefret katlanarak artmıştı. Biraz onurlu olan kimse de defolup giderdi. Hareketlendiği anda, annem koluna yapıştı.
"Özgür dur sen oğlum. Ali'yi biliyorsun işte. Ali oğlum, bak arkadaşın bir süre bizde kalacak. Şimdilik böyle gerekiyor. Şımarıklık yaptığın yeter. Kendine çeki düzen ver şimdi."
"Hülya teyze, ben gideyim. Rahatsızlık verdim." dediğinde annem en katı bakışını yüzüme çevirip gözlerini sonuna kadar açtı.
"Ne? Gidiyor işte. Bırakın gitsin. Kocaman adamı zorla mı tutacaksınız?"
Babam tam bu sırada boğazını temizlediğinde ona döndüm. Sanırım böyle yapınca, korkuyla hemen sineceğimi falan sanmışlardı. Halbuki tarzım belliydi. Ne hissediyorsam oydu. Kibarlık yapıp evime yılan sokacak kadar da, politik davranacak kadar da olgun bir kişiliğim yoktu ve bununla gurur duyuyordum.
Dayak falan yemek bile sikimde değildi ki, şimdiye kadar evdekilerden bir fiske yememiştim. Ama eğer eski mutlu günlerimize döneceğimizi bilsem, benim kemerle kızgın demirle falan dövmelerine izin verirdim.
"Oğlum, hadi sen Özgür'e yardım et. Bavulunu alıp odana götür." dünyanın en olağan şeyini söylemiş gibi sonra da piçe döndü. Kolunu tutup, "Sen de eşyalarını yerleştir istersen. Acelesi yok tabii. Ben yiyecek bir şeyler hazırlayayım."
Bir saniye, ne demişti o? Odama mı?
"Anlamadım. Hangi odadan bahsediyorsun? Eve soktuğunuz yetmemiş gibi bir de sizinle mi yatacak?"
Evimiz iki oda olduğuna göre benim odamda yatacak hali yoktu. Kafam karıştığı için mantıklı bir cevap vermelerini bekledim.
"Hadi Ali, hadi." Deyip öz annem yanıma yaklaşıp beni öne itti. "Yardım et arkadaşına, bir süre aynı odada yatacaksınız. Sonra bir şeyler düşünürüz."