Özgür
"Görmüyor musun kardeşim, biz de sıradayız."
Boynumu esnetip omzumun üstünden geriye baktım. "Bana mı dedin?"
Kim olduğumu yeni idrak eden ifadesi anında bozulsa da duruşunu korumaya çalıştı. "Başka kime diyeceğim. Senden önce geldim. Arkaya geç."
"Diyelim ki geçmedim? Nasıl olacak?" Az ileride bizi dinleyen Dağhan yanımıza doğru yaklaştı. Batu ise yaptığıma anlam veremeden bizi izliyordu.
"Allahım yarabbim. Dağ başındayız sanki."
Usul usul kafamı salladım. O esnada sıra direkt bana geldiği için siparişimi verip, paramı ödedim. Arkamda rahatsızca kıpırdandığını yan gözle görüyordum. Sandviçim ve kolamı aldıktan sonra sıradan çıkacağımı umarak öne doğru hamle yaptığında, yarım adımla yolunu kesip, kulağına eğildim.
"Bana her yer dağ başı kardeşim." Deyip hafif gerileyip yüzüne baktım. "Ama Ali'nin ev dağ başı değil. Sen yine avukat babana çok güvenme. Tabii götün yiyorsa bir daha dene, görelim."
Altına sıçmak üzere olduğunu görüyordum. Konunun ne olduğunu da hemen çakmıştı. Memnun bir ifadeyle baş selam verdim. Bize dikkat kesilen arkadakilere göz ucuyla bakarak "Kusura bakma Güney. Görmemişim." Deyip kafasına vurup çıktım sıradan.
Batu ve Dağhan'ın sorgulayıcı bakışlarını görmezden gelip masaya yerleştim.
"Ne oluyor? Ali'nin kankasına mı sarıyorsun şimdi?"
Kullandığı kelime hoşuma gitmese de bir şey söylemedim.
Kollarını masaya uzatan Dağhan, çenesini eline dayadı.
"Bana fark etmez. Keşke dövseydik. Canım sıkılıyordu."
Dev gibi cüssesi olmasına rağmen sittinsene bizsiz kavgaya girmediğine inanması zordu. Ama birimize bir şey olsa uçarak giderdi. Zaten şu hayatta zevk aldığı şeyler bira, votka ve kavga ile sınırlıydı.
"Sen uyu kanka. Derse daha on dakika var."
"O zaman çıkışta bira içelim mi?"
"Oğlum iptidai yaşam reklamı gibisin. Ama olur mu olur. Özgür lan? Ne diyosun kanka? Senin de ihtiyacın var gibi?"
"İbtida ne lan?"
Batu'yla gülüşüp yemeğimize döndük. Yalansız biraz içim rahatlamıştı. Lavuğu silkelesem tam rahatlardım ama abartmaya gerek yoktu. Çillinin sağı solu belli olmaz gelip bana çatardı, sonra al başa bela. Ki başıma bela olmasıyla bir sıkıntım yoktu.
Şimdi nedense onu kızdırmak istemiyordum. Veya Güney orospusu yüzünden bana kızarsa gözüm dönebilirdi. En iyisi dikkatli gitmekti. Acaba şimdi neredeydi? Kantine de gelmemişti. Gözlerimi yumup, baş parmağımla işaret parmağımı göz çukurlarıma bastırdım. İki dakika başka bir şey düşünebilsem,
"Güney ne iş kanka? Bir şey mi yaptı? Normalde ona sarmazdın, ciddi soruyorum."
"Önemli bir şey yok. Ufak bir hata yaptı. Bir daha yapmasın diye uyardım. Konu yok. Şimdilik."
Yüzüme uzunca bakıp, anlamaya çalışıyordu ki kolayı masaya koyup, uzatmamasını söyledim.
"Sende bir haller var."
"Kurma kardeşim. Kafanda kurma. Halim normal."
"Bak gördün mü Dağo, anneni üzmüşler."
Kutudan pipeti çıkarıp kafasına attım.
"Ben babayım lan!"
O sırada masaya gelen Duru, sandalyeyi yanıma çekti. "Naber çocuklar? Aşkım? Ne yiyorsun?"
Batu gözünü devirirken, yapmamasını işaret edip "Yemek." Diye kestirip attım sorusunu.
"Yine noldu?"
"Babamla annem hep kavga ediyorlar üvey kadın. Aralarına girme." Dağhan'ın yattığı masadan söyledikleri ile Duru hariç üçümüz de gülüştük.
"Salak bu çocuk ya. Neyse, Ali falan mı sıktı canını? Yine mi kapıştınız?"
Oğlum ben iki dakika kafamı dağıtmaya çalışıyordum. Ama kız gelmiş yine konusunu açıyordu.
Sınıftaki konuşma, bakışları yine kafama üşüşürken, sıkıntılı bir nefes bıraktım. Yok, canım çıkardı ama aklımdan çıkamazdı şerefsiz.
"İyice uyuz oluyorum zaten, uğursuz ezik."
Batu'ya kurduğu cümle ile gerinerek kollarımı kaldırdım.
"Yavrum sen ne çok taktın o güzel kafanı çocuğa. Gören de kıskanıyorsun sanır."
Neden öyle dediğimi bilmiyordum ama haddini bilmesi gerekiyordu. Birincisi Ali'yle aramdakiler bizi ilgilendirirdi, o yokken arkasından konuşmasından hoşlanmıyordum ve defalarca uyarmıştım konuyu açma diye.
İkincisi, son günlerde bir batıyordu yaptığı her şey, özellikle şimdi ses tonu bile içimi gıcıklıyordu.
Üçüncüsü, eğer biri birini kıskanacaksa, ki bundan hala şüpheliydim, Ali'nin kıskanmasını gerektirecek en ufak bir sebep yoktu. Lakin Duru dibine kadar kıskanmalıydı çünkü hayatım boyunca ve büyük ihtimal bugünden sonra da kimseye öyle aşık olmamıştım, olmayacaktım.
"Ne? Hah! Hiç komik değil. Neyi var bunun Batu?"
"Bir şeyi yok bunun. Yalnızca sıkıldı. Ben çıkıyorum." Elimdeki yarım sandviçi bırakıp ayaklandığımda Duru hala konuşuyordu.
Arkamı dönmeden el sallayıp, sınıfına çıktım. Kimse yoktu. Ararsam açmayacağını bildiğim için hiç kalkışmadım.
Aşağı inerken sınıfından bir kızı tanıyıp ona sordum. Derse girmemiş, okuldan çıktığını duyduğumda midemde bir kasılma oldu.Kalbim pata küte atmaya başlamıştı çünkü bir ihtimal de olsa konuştuklarımız yüzünden gittiyse... hayır Özgür. O sulara girmemem gerekiyordu. Benden nefret ediyordu. Yanlışlıkla ağzından çıkan bir söz yüzünden üstüne gitmiştim... ama o sikik bakışları. Kafayı yiyecektim sonunda.
Dengesiz piç. Kendime mi ona mı saydırıyordum, belirsizleşmişti. Ne bok yiyordum şimdi? Neden onu arıyordum? Dövemediğim her anın hıncını mı çıkaracaktım yoksa...
Yoksası yoktu ve bana biraz beyin gerekti. Batu haklıdı, bende bir haller vardı ve hiç iyiye alamet değildi kafamın içindekiler.
Aptal bir parkta yan yana sallanan ve dünyaya karşı biziz' sözlerinden, ufacık okulu birbirimize dar ettiğimiz günlere gelmiştik. İşte unutmamam gereken yegane gerçek buydu.
Ağzına sıçma fırsatlarını, burnunu boktan çıkarmaya harcamayı bırakıp, eski sisteme dönmeyi başarabilirsem rahat bir nefes alırdım da... Şimdi yine kalkmış, peşinden giderken hiçbir karar gerçekçi gelmiyordu.
*