DUVARLAR

3.8K 166 8
                                    

Uray aile meseleleri yüzünden sehir dışına çıktığından beri evde yalnızca Poyrazla ben vardım. Günlerimiz basit sıradan ama güzel geçiyordu. Birlikte ders çalışıyor,yemek yapıyor, komiklik yapıp birbirimizi güldürüyor-daha çok Poyraz- ya da oyun falan oynuyorduk. Okula gitsem iyi olabilirdi ama Uray o gelmeden okula dönmememi kesin bir şekilde söylemişti. Üstelememiştim ben de. Dersleri kaçıyordum belki ama Poyraz gerçekten iyi öğretmencilik oynuyordu. Konuları o kadar basitmiş gibi anlatıyordu ki 'vay be böyle miymiş?' diyordun ister istemez.

"Aksam yemeğinde ne isterdiniz Mrs. Bad?" Ah! Bir de bu çıkmıştı tabi. Poyraz'ın bana bulduğu lakap. Mrs. Bad. Bayan kötü. Bunu sadece ismimin ilk 3 harfinin b,a ve d olmasına borçluydum,evet. Ha bu arada, Poyraz gibi dev birinin bu lakabı bulduğunda çocuk gibi sevinmesi de görülmeye değerdi.

"Ilk üç harfinin p,o ve y olması işime yaramıyor," dedim mutfağa girdiğimde.

"3 gündür lakap arayışındasın ama bu iş yaratıcılık istiyor, Mrs. Bad," diyip burnumu sıktı. Yüzümü buruşturdum.

"Poypoy falan diyebilirim aslında." Hahah! Ne minnoş bir lakap oldu bu ya. Sevdim bak bunu.

"O ne öyle ya, goygoy gibi," derken yüzü memnuniyetsiz bir şekilde asılmıştı. Gülümsedim. Huysuz olunca cidden çok sevimli oluyordu.

"Ama ben de bir tane bulmak istiyorum!" dedim gülmemi gizlemeden.

"Üzgünüm ama bu işte tek başınasın," dedi ve dogradığı sebzelerden bakışlarını ayırarak bana döndü ve göz kırptı. Omuz silktim. Ben de birtane bulabilirdim. Poypoy olmadı. Ponçik? Hahah! Kahkaha atmıştım. 1.90 boyunda iri yarı bir adama ponçik demek büyük bir ironi olurdu. Başka ne olabilirdi. Raziye? Oha Bade,oha. Poyboy? Aha! Bu olabilirdi belki. Şansımı deneyecektim.

"Buldum!" diye bağırdığımda oralı olmadı. Full konsantreyle sebzeleri doğruyordu. Usta bir aşçı gibi doğrarken kulağının bende olduğunu umarak devam ettim.

"Poyboy? Nasıl? Ay ben bayıldım." Tepkisiz kalmasını izlerken suratımdaki memnun olduğumu belli eden sırıtma silinmemişti.

"Vay be." dedi sadece.

"Dimi, demiştim ben sana." Aniden ortamdaki sıcaklık kaybolmuştu. Rutin dengesizliklerden biri falan olabilir miydi?

"Bak ne diyeceğim. Şu lakap işi saçmalıktı, ikimiz de kullanmayacağız. Okay?" İc geçirdim. Poyraz bile bazen böyle oluyordu işte. Biz çok samimi oluyorduk ve o aniden tekrar bir duvar örüyordu aramıza. Israr etmenin bir anlamı yoktu.

"Peki." Suratıma bakışları sert değildi. Olamıyordu ama sestonu yüzündeki ifadeden çok daha sertti. Telefonda falan konuşuyor olsaydık cidden sinirlendiğini falan düşünürdüm.

"Ben aç değilim. Odama gidiyorum." Bugünlük bu kadar yeterdi sanırım. Alışmak istiyordum ama ben çok kolay bağlanan biriydim. Bunu pek belli etmezdim ama içimdeki beni kendimden de saklayamıyordum maalesef.

Odama çıktığımda derin bir iç çektim. Ağlamak saçmaydı. Elime yarısına geldiğim fantastik serimin 2. kitabını aldım ve yatağıma uzandım. Sonlara doğru yaklaşırken kitap beni gerçek dünyadan biraz da olsa uzaklaştırmıştı. Kitapları bu yüzden çok seviyordum. Okumaya devam ederken kapımın tıklatılmasıyla kitabı yana koydum.

"Gir." Evde sadece Poyrazla ben olduğumdan kapıyı kilitlemiyordum ama onlar rahatsız olabileceğimi düşünerek her seferinde kilitli olmasa da kapıyı tıklatıyorlardı. Herkes yavaş yavaş birbirine alışıyordu sanırım.

"Uyumamışsın," dediğinde sesinin farklı çıktığını farkettim. Kelimeleri yayarak konuşuyordu. İçmiş miydi?

"Uyumadım. Sen içtin mi?" Alkolden nefret ederdim. Insan kendinde olmadığında tüm saçmalıkları yapabilirdi ve bunlar genellikle pişmanlıkla sonuçlanırdı.

"Pek sayılmaz. Bir iki yudum falan." Sesin hiç öyle demiyordu ama Poyraz!

"Yüzünü falan yıkayalım," diyip ayaklandım ve kolundan tutarak onu cekiştirmeye başladım fakat diğer eliyle beni durdurdu.

"Biraz konuşabilir miyiz?" Poyraz da yarın pişman olacağı bir şey yapabilirdi. Üzülmesini istemiyordum ve gerçekten bilincinin tam olarak yerine gelmesi lazımdı.

"Tabii. Önce ayılman lazım ama," dedim ama tekrar beni durdurdu. Yüzü pek neşeli olmayan bir gülümsemeyle kaplıydı.

"O zaman konuşabileceğimi sanmıyorum." Ah, Poyraz. Kafamı onaylarcasına salladım ve elimi tutmasına müsade ederek beraber alt kata indik. Televizyonun karşısındaki koltuğa oturduğunda yanına geçtim. Muhtemelen saçmalayacaktı.

"Sana uzun zamandır söylemek istediğim bir şey var." Bedenini bana doğru döndürdü ve gözlerimin içine kesintisiz bakmaya devam etti. Ciddi gibi görünüyordu ama emin olamıyordum. Poyraz yeri geldiğinde çok sert olan ama bazen de içindeki çocuğu gizleyemeyen farklı bir tipti. Şuanda ciddi görüntüsünün altında dalga geçen küçük çocuğun olup olmadığını merak ediyordum.

"Dinliyorum," diyebildim.

"Daha önce hiç böyle bir konuşma yapmadım ama deneyeceğim. Çünkü bugün olmazsa bir daha asla olamamasından korkuyorum." Söyleyecek bu kadar önemli ne olduğunu çözemesem de bölmedim ve ona bakmaya devam ettim.

"21 yıllık hayatımı askerlikle silah,dövüş sanatları ve benzeri eğitimlerle geçirdim ben. Duygu nedir bilmem,sevilmek,sevmek bilmem. Korkmam,gerekirse ölürüm. Kimseye güvenmem. Gereken görevleri yaparım belki bir iki saat uyurum. Budur, buydu. Sonra bir görev geldi. Emir büyük yerden. Pek bildiğim bir sey değil ama başa çıkamayacağım bir sey hiç değil. Neyse. Bide yanıma bir eleman vermişler. Başta pek hoşlanmasam da ona da tamam. Duygusuz,nemrut,ifadesiz bir şekilde Poyraz aynen devam. Sonra bir gün bir şey oluyor. Hayda diyorum. Üzülmüyorum ama. Tepkisiz devam ediyorum. E görev icabı bu sefer de koca adam liseli olmak zorunda oluyor. Ona da tamam. Gidiyorum liseye. Daha görevin baş karakteriyle karşılaşmamışım. Bizim baştaki peder söylememekte ısrarcı. Ha bide, bu yanımdaki eleman da bizim Uraymış. Sever misin dersen dediğim gibi sevgi nedir bilmem. Bu görevi 10 yıldır yapıyormuş bizi da yanına çırak gibi vermişler. Tamam lan buna da tamam. Sonra bir gün görevin baş karakteri giriyor hikayeye. 'Bu ne lan?' dedirtiyor ilk başta. Gözler deniz mavisi çekiyor içine içine. Silkeleniyorum kendimce. 'Saçmalama lan' hani duygusuzdun hormonların mı çalıştı yıllar sonra diyorum, azarlıyorum kendimi bir nevi. Dizginliyorum da tabii. Ama sonra o güzel gözlerdeki acıyı görüyorum. Sevgiye muhtaç,yaralı. 'Sanane oğlum, senin işin kızı korumak' diyorum, kendimi profesyonel olduğuma inandırıyorum. Bu bir süre de böyle gidiyor. Ama sonra bu masum, yaralı küçük kız benimle gülümsüyor hem de en icten şekilde. Beni de gülümsetiyor. Yıllar sonra önemsiyorum. Birini güldürmek iyi hissettiriyor. Daha da mutlu etmek istiyorum. Sürekli o kızı görmek istiyorum. Gülümsemesini görmeye ihtiyaç duyuyorum. Bazen aklım başıma geliyor kızı tersliyorum ama o kadar narin ki hemen paramparça oluyor,dayanamıyorum. Her ne kadar istemesem de, ben sende çoktan kayboldum. Kendi benliğimi yitirdim.Tekrar eski ben olamayacağım, biliyorum. O yüzden söylemekte bir sakınca görmüyorum. Ben, seni seviyorum,Bade."

İçimdeki Sen #wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin