26.Bölüm

4K 142 73
                                    



Multimedyadaki şarkıyla birlikte okuyun lütfen.. 


Ilık mayıs akşamının huzur verici rengarenk çiçekleri, son demlerini yaşıyor, uykuya geçip kendilerini karanlığa teslim etmeye hazırlanıyordu. Bense yavaşça göz kapaklarımı kapayıp, yağmuru bekliyordum. İçimdeki karanlığı sel olup götürmesi için, beni berraklığıma ulaştırabilmesi için, en önemlisi de bir müzik misali ahenkli olan yağmurun sesini duyabilmek için.


Derin bir nefes alıp gökyüzüne bakmaya başladım. Grinin en sevdiğim tonu olan duman grisi, mavi olan gökyüzüne yavaşça, küçük buseler kondurarak geliyordu. Çoktan dolmaya başlayan gözlerimi umursamadan gökyüzünü izlemeye devam ettim. Beklemeliydim. Derin bir nefes almalı, gözyaşlarımın akmasına izin vermemeliydim. Ağlayacaksam eğer onunla birlikte ağlamalıydım.


Bana huzuru getiren yegane müzikle.


Sadece ben değil, zemindeki toprakta sabırsızlıkla bekliyordu yağmuru. Hasret kalmıştı yağmurun tenine. Yalnız, mağrur ve şehvetli bir şekilde dokunuşlarına. Bekliyordu. Beklerken de hiddeti git gide artmaya devam ediyordu. Bir an önce en sevdiğinin kendisine dokunmasını istiyordu. Hissetmek istiyordu onun soğukluğunu, tenine her bir değişin de verdiği o ürpertiyle birlikte gelen, kuşkusuz ama geri dönemeyecek kadar da mağrur olan şehvetini.


Yağmur nihayet en sevdiğiyle buluşup çiselemeye başladığında ise, hiddetlenmeye devam eden bedeni sakinleşti toprağın. İçindeki bastırılmış arzuları dışarı çıkardı toprak, yağmurla bütünleşmeye ''tek vücut'' olmaya başladı. Onların bu hareketleri nedense bana Daemon ile beni hatırlatmıştı. Eğer yağmur ile toprağı teşhis edebilecek olsaydım. Daemon, her bir taneciğinde farklı sırları, mağrur ve hiddetli dokunuşları olan yağmur. Bense her bir taneciği tenimde hissetmek, yağmurun mağrur ve hiddetli dokunuşlarında boğulmak isteyen topraktım. Kavuşmamız zamansız ve bir o kadar da meşakkatliydi. Fakat aynı zamanda çokta büyüleyiciydi.


Derin bir nefes alıp, yağmuru izlemeye devam ederken, onu düşündüm. Keskin bir bıçak gibi olan gözlerini, Elmaslardan bile daha kusursuz olan silüetini, gitmeden önce söylediği son sözlerini.


İKİ SAAT ÖNCE.


A: Daemon! Dur. Nereye gidiyorsun?

Kapının dibinde duran silüetini yavaşça bana döndüren Daemon'ın gözleri her zamankinden çok farklıydı. Keskin bir bıçak gibi olan gözleri alevleniyordu. Gözlerimin içine bakmasa bile görebiliyor, hissedebiliyordum gözlerini. Bakışlarını tek bir yöne odaklamıştı. Beyaz renkteki boş duvara bakıyordu. Açıklamak istese de, konuşmak istese de konuşmuyor ya da konuşamıyordu. Gözlerimin içine bile bakamıyordu. Kararsızdı, bunu anlayabiliyordum. Onunla tanıştığımdan beri her zaman onu izlemiştim. Her bir hareketinden ne hissettiğini ya da ne düşündüğünü anlayabiliyordum.


Daemon ise derin bir nefes alıp, boş duvara bakmayı sürdürerek dudaklarını araladı ve


D: Partiye. Bana katılmak ister misin?


Dediğinde ise buruk bir şekilde gülümsedi. Yüzü ifadesizdi. Gözleri her zamankinden daha ıssız görünüyor, hala beyaz renkteki boş duvara bakmaya devam ediyordu. Olduğum yerde hareketlenip, Daemon'a doğru yürümeye başladım. Adımlarımı yavaşlatabildiğim kadar yavaşlatmaya, ona söyleyeceğim sözleri düşünmeye, onun kötü bir şey yapmaması için ne söyleyebilirim? Diye düşünmeye çalışıyordum. Tam önüne geldiğimde ise durdum. Okyanus mavileri'ne bakmaya başladığımda ise, mavilerini bana doğru çevirdi. Gözlerimin içine bakmaya başladığında ise ıssızdı mavileri. Her zaman boğulmak istediğim mavilerin dibi görünüyordu. Boğulmak istesem bile boğulamıyordum. Çok berraktı çünkü.

SENİ BIRAKMAYACAĞIM 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin