İstediğiniz bir şarkı ile okuyun lütfen..
AFTİEL GRASS
New York'un belki de en hareketli psikoloji ve psikiyatri kliğinin, kısacası APPES adını verdiğimiz Akut Psikoloji Psikiyatri Servisi bekleme salonuna hareket eden tüm o kalabalığı elimle güçlükle yararak ilerlemeye çalışıyordum. Nihayet kalabalığı aşıp, ofisin kapısını anahtar ile açar açmaz, kapıyı ardımda kapattığım gibi derin bir nefes verip, ilk ve bu gidişle son aşkım olan kahve makinesine doğru yürümeya başladım. Kırmızı tuşa basıp makinemi çalıştırdığımda ise, hastalarım için özel olarak Ceviz ağacından yapılıp tasarlanmış olan mavi koltuğa uzanıp, birkaç dakikalığına gözlerimi dinlendirip düşünmeye başladım.
Adımın ne anlama geldiğini (Grass: Savaşçı Aftiel Alacakaranlık Meleği) öğrendiğimden beri kendime her zaman ''Sanırım ben insanlara yardım etmek için doğmuşum'' derdim. Fakat bu mizantropik bir insan olduğum gerçeğini de değiştirmiyordu tabi. İnsanlardan tiksiniyordum adeta. Fakat onlara ihtiyacım vardı. Bunun da bilincindeydim. O yüzden işime yarayan herkesi etrafımda tutup, işime yaramayan insanları kendimden uzaklaştırıyordum. Çok insan demek, kalabalıklık demekti ve ben kalabalıktan nefret ederdim.
İşime yarayan insanlar bana ''Neden bu mesleği seçtin?'' Diye sorarlardı. Doğrusunu söylemek gerekirse de cevabını bildiğim bir soruydu, fakat bilmezlikten gelmek işime geliyordu. O yüzden de bu soruyu sordukları zaman ''Çünkü insanlara yardım etmeyi seviyorum'' deyip geçiyordum. Onlar bana ''Vay canına ne kadar da iyi bir insan'' Derken bende ''Nasıl da yediler amip beyinliler'' Deyip, tabir-i caizse taşak geçiyordum. İnsanlar gerçekten de çok aptaldı. İşime yarayanlar bile.
Seçtiğim meslek gereği her zaman ve her durumda sakin ve kendinden emin görünmeli, İlk önceliğim ise hastaların mahrem alanına girmeye çalışmaktı. Onların mahrem alanına girmeyi başardığımda ise o mahrem alanı koruyucu bir kalkanla sarıp, mahrem alanı dış etkenlerden korumalıydım. Kısacası onlara duymak istediklerini söyleyip, geçmeliydim. Hastalarımı titizlikle dinlediğim ve onlara çok cömertçe davrandığım doğruydu. Fakat o atmış dakikalık süre dolup gittiklerinde ise arkadalarından dalga geçtiğim gerçeği de vardı tabi. Fakat karşılıklı bir şeydi bu. Onlar duymak istediklerini duyup rahatlıyorlar, bende onların zavallılıkları ile dalga geçip, kendi kendimi tatmin ediyordum.
Açıkçası Alan memnun, satan daha da memnun.
Kırmızı tuşun yerine yeşil tuş yandığında kahve vaktinin geldiğini anlayıp, koltuktan kalktım ve siyah renkli kupaya kahveyi döküp, masama geçtim. Bir süredir hasta kabul etmediğim için ofis oldukça sıkıcı görünmeye başlamıştı. Fakat biraz kafa dinlemenin de hiçbir zararı olmazdı. Eh, canımın çok sıkıldığı gerçeği de vardı ya neyse. Bu yüzden de kafamı dağıtmak ve sıkıntımın bir nebze de olsa azalması için her hasta için tuttuğum günlüğümü elime alıp, sayfaları çevirmeye başladım. Derek'e geldiğimde ise durdum ve sayfaları okuyup, zihnimin beni o anlara, Derek'le tanıştığım ilk ana doğru sürüklemesine izin verdim.
.....................................................................................................................
New York yine her zamanki gibi meteoroloji ile taşak geçmiş, ''Alın size güneşli hava'' dercesine bardaktan boşalırmış gibi yağdırıyordu yağmurlarını. Neyse ki ben ofise geçtiğim zaman yağmur yağmaya başlamış, o lanet olası havadan nasibimi almamıştım.
Fakat bende sonra giren bu çocuk için aynı şeyi söyleyemezdim tabi. 1.75 boylarında olan bu çocuk, kumral bir tene sahipti. Gözleri ise yeşil ile mavi karışımı bir şeydi. Soğuk havadan dolayı burnunun ucu ve yanakları kırmızılaşmış olan bu çocuk oldukça sevimli görünüyordu. Üzerindeki siyah ve lacivert çizgileri olan kadife ceketi ise çoktan üzerinde ağırlık yapmış, kambur misali dolaşmasına sebep oluyordu. Yavaşça üzerini çıkarıp, kapının arkasında bulunan askıya ceketini asmıştı. Koltuğa yönelmiş olmasına rağmen, oturmak ile oturmamak arasındaki o ince çizgide sıkışıp kalmış gibiydi. Bakışları benimle buluştuğunda oldukça mahçup görünen bu çocuk ''Harika! Bir aptal daha'' dememe sebebiyet vermiş olsa da. Çekingen olan her insanın yaşadığı basit semptomları yaşıyordu sadece hepsi bu. ''En iyisi konuşmak'' diye düşünüp dudaklarımı araladım ve
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENİ BIRAKMAYACAĞIM 2
Roman d'amourSiz hiç başlı başına ''İmkansız'' olan birisine aşık oldunuz mu? Okyanus misali derin olan mavilerin'de boğulmak istediğiniz? Sigaradan nefret ettiğiniz halde sigarasını her içine çekişinde ''Ne olur nefesini yüzüme üfle'' Diye Tanrı, Buda ya da he...