3. Depo

79.4K 3.9K 151
                                    



3. Depo

Eylül'den...


İki tanımadığım çam yarmaları kolumdan tutarak, bana bakan insanların gözleri önünde bilmediğim koridorlardan geçirip aşağıya indirdiler. Beni karanlık bir depoya getirip filmlerdeki gibi sandalyeye oturtturdular. Soğuk olan sandalye elbisemin eteğinin katlanması ile bacaklarıma hücum etti. Ürperdim. Kollarımı tutan ellerden kurtulmak için debelenmeye başladım, ama kene gibi yapışmışlardı. Yarın bu kollarım morarırsa hepsiyle hesabım ayrı ayrı olacaktı. Mor rengini seviyor olabilirdim, ama elbette ki herkes gibi bende vücudumda bu rengi sevmiyordum.

"Hey size diyorum bırakın beni! Manyak patronunuza da size de başlayacağım."Adamlar beni duymuyordu. Daha doğrusu duyuyorlardı da kâle almıyorlardı. O kadar mı kötü sesim vardı? Pis mahlûkatlar!

Demir kapı tak sesiyle heybetlice açıldı. Nasıl bir deliye çattım ben böyle? "Evet, minik misafirimizi hazır gibi görünüyor." Erdem Beycik ellerini birbirine sürtüp haylaz çocuklar gibi sırıtarak yanıma geldi. Ah, bir de minik mi dedi bana o?

Bana doğru eğildi ve "Sen ne yaramaz bir kadınsın?" diye sordu. Sesindeki o ton beni rahatsız etti. Kaşlarımı çattım ve nefesimi alarak kendimi sakinleştirmeyi denedim. Bana birde yaramaz mı dedi bu kendimi beğenmiş ukala? Beynim sonradan algılamaya başladı. Fakat hepsinin suçlusu bu adam ve bana uyguladığı kaba baskıydı.

"Hey geri zekâlı bana bak!" dedim burnumu dikerek. "Sen benimle nasıl konuşuyorsun böyle?" O içleri bir hoş eden kahkahasını dudaklarından bıraktı. Bu adam bu tipiyle nasıl kötü biri olmuş olabilirdi? Demek ki insanların çocuklulukları gerçekten önemliydi.

"Bana diyene de bakın... Hem kendin gelip bana bulaşıyorsun, sonra da bırakın ayağı çekiyorsun." Benim ağzımı mı eğdi şimdi de bu koca gözlü adam? Daha ona ağzının payını veremeden, "Getirin!" dedi sert bir şekilde.

Gelecek olan neydi? Bıçak mı, silah mı yoksa yılan falan mıydı acaba? Ay ben korkardım yılandan falan. Daha ben miniciktim!

"Hey ben daha ölmek için çok gencim!" dedim can havliyle. Tabii sesimi korkudan arındırarak bağırdığım da bir gerçekti.

Beni bu da-kâle almadı- duymadı ve kapıya doğru bakmaya devam etti. Bende baktığı tarafa doğru başımı çevirdiğimde koca mavi bir bidon getirildiğini gördüm. Bana ne yapacaktı ki şimdi? Allah'ım içine koyup beni toprağa mı gömecekti? Ama ben daha hayatımı yaşamamıştım. Gitmek istediğim yerler de vardı. Hem... Hem âşık bile olmadım. Çocuğumda mı olmasın benim? Anneliği tatmayayım mı? Ayrıca bu ne kadar saçmalıktı? Kafasında bir bardak kırdım diye beni öldürecek miydi?

"Beni öldürecek misin?" dedim acılı acılı bakarak. Dudaklarımı büzmek zorunda da kalmıştım. Ağlamaya bile başlayabilirdim. Sözlerimle kafasını bana çevirip dudaklarını yukarı kıvırdı. Bu adam ne diye iki de bir gülüp duruyordu? Sinirlerim iyice bozulmaya başladı.

"Kızım sen hastasın," dedi yüzüme aptal bir sırıtışla bakarak. "Ben adam öldürecek biri miyim?" Değil miydi? Ay, nereden bileyim!

Sonuçta tanımıyordum ve bir katil olabilirdi. "Evet, öylesin," dedim hızlıca. Bu adam aynaya da mı hiç bakmıyordu? Kim üzerine soda dolu bardak döktü diye bir kadını alıkoyardı?

Yüzü ciddiyete bürünerek, "Sen ciddisin..." dedi bakışlarındaki gölgeyle beraber. "Benden korkmuyorsun sanıyordum." Daha bir keyiflenir olmuştu. Gözleriyle beni işaret etti. "Ne oldu o deli hallerine?"

Morlar Kraliçesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin