Selamlar, ben geldim. :)
Multi Melisa ve Buğra. Biraz sahnelerle ilgili fotoğraflar olsun diye uğraştım ama yine de pek olmadı gibi. O kadarını da mazur görün artık :)
Haydin kaçtım ben, keyifli okumalar...
Düzenlendi.
***
(Sude'den)
Hayatım boyunca güçlü oluşuna hayran kaldığım, beni etkilemeyi başaran çok az insanla karşılaştım; çok az kadınla... Melisa da onlardan biriydi. Olaylar karşısındaki yıkılmaz duruşu, duygularına yenilmeyişi, en imkansız dediğimiz problemlerde bile ümitsizliğe kapılmayıp çözüm bulması... Dediğim gibi, beni etkisi altına alan nadir insanlardandı o.
Bugüne kadar pek çok operasyonlara katıldım; sonucu iyi bitse bile çok kayıp verilen operasyonlara... Hiç birinde acıyı bu kadar derinden hissetmemiştim. Belki kendimi onun yıkılmaz olduğuna inandırdığımdan, belki de ilk defa bu kadar yakın olduğum birini kaybetme korkusundan... Bu lanet duygunun içimi zehirli bir sarmaşık gibi sardığını hissediyor, yerimden hareket edemiyordum. Transa girmiş gibiydim. Öylece olduğum yerde kalakalmış, ekip arkadaşımın, dostumun gittikçe sararan yüzünü izliyordum.
Beni kendime getiren Selim'in haykırışı oldu. "Sude! Derhal kendine gel ve bana yardım et."
Kötü bir kabustan uyanır gibi silkelendim. Genelde bir kabustan uyandığınızda bittiğini anlar ve rahatlarsınız, ancak ben daldığım ütopik kabustan daha beterine uyandırılmıştım. Ancak şuan metanetimi korumalıydım. Dostum yaşam savaşı verirken sergilemem gereken tavır zayıflık olmamalıydı, tıpkı bu yaşananlar benim başıma gelseydi onun yapacağı gibi güçlü durmalı ve kendimi toparlamalıydım.
Kendi kendime verdiğim telkinler eşliğinde Selim'in sözlerine odaklandım. Bulunduğumuz odanın karşı duvarındaki rafı işaret ediyor, küçük bir şişeyi istediğini söylüyordu. Bunun panzehir olduğunu anlamıştım. Sanırım girdiğim bir kaç dakikalık transta Selim boş durmamış, dövmeli adamı konuşturmayı başarmıştı. Adamın yerde baygın duran vücudundan ve kan içinde olan yüzünden Selim'in oldukça sert davrandığını anlamamak imkansızdı. Bende bir kaç tekme atmak, saldırmak, hıncımı çıkarmak için yanıp tutuşsam da, önceliğim Melisa'ydı.
Seri adımlarla Selim'in gösterdiği şişeyi raftan aldım ve ekipten birinin uzattığı şırıngaya doldurdum. Şırıngayı Selim'e uzatırken ellerimin titrediğini yeni fark ediyordum.
Bir dakika daha beklemeden panzehiri Melisa'nın boynundan enjekte ettiğinde daha fazla ayakta duramayacağımı hissederek Selim'in yanına çöktüm. Beklemekten başka yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu ve beklemek iğrenç bir duyguydu, berbattı, lanet olası bitmek bilmeyen sancılı bir süreçti.
Gözlerimi kapattım ve tüm kalbimle dua etmeye başladım. Şuan da Allah'tan başka bize yardım edebilecek hiç bir kimse olamazdı. Bir yandan Melisa'nın elini kavramış sıkıyordum, bir yandan da "Allahım n'olur onu bize bağışla..." diye sayıklıyordum.
Selim'in "kendine geliyor" diye haykırışıyla artık tutmayı başaramadığım gözyaşlarımı serbest bıraktım. O derin derin solur, gözlerini açmaya çalışırken sevinçten birbirimize sımsıkı sarıldık Selim'le. Ardından tekrar Melisa'ya odaklandık.
Yavaş yavaş gözlerini açtı, hafifçe yutkundu ve ağzını araladı. Pür dikkat söyleyeceği kelimelere odaklanmıştık. Ve kısık, hırıltılı bir sesle söylediği cümleler şunlar oldu.
"Sanırım minik bir kuş dövmesi yaptıracağım."
(Melisa'dan)
Kendimi zorlayarak söylediğim cümlelerin ardından ekibin yüzünde oluşan ifade paha biçilmezdi. Bu saçma sapan halde olmasaydım, bu anı ölümsüzleştirme imkanını asla kaçırmazdım ancak şartlar el vermiyordu. Zihnim her ne kadar yine ben gibi davranmamı sağlayıp cümlelerime hakim olsa da, bedenim henüz beynimin komutlarını yerine getirecek güçte değildi. Aciz olmaktan nefret ediyordum! Bu durumda olmaktan ölesiye nefret ediyordum!
Şaşkınlıktan ilk sıyrılan her zamanki gibi Selim oldu. Alayla sırıttı. Sude'ye dönerek "Yersiz endişeye gerek yok Sude, baksana hanım gayet kendinde." Dedi.
"Kesinlikle haklısın." Diyen Sude'nin de yüzünde alaylı bir tebessüm vardı. Her ne kadar alayvari konuşsalar da, gözlerindeki rahatlama barizdi. Benim için çok endişelendiklerinin farkındaydım. Bu yüzden en doğrusu kendim gibi davranmaktı.
"Hadi, hadi kıçım dondu burada. Kaldırın beni de, gidelim artık mis gibi ülkemize. Bak bak artık ne kadar özlediysem, kafiye bile uyduruyorum konuşurken."
Kahkaha atarak beni kaldırmaya yeltenen Selim ve Sude başlarını iflah olmazsın dercesine sallarlar iken, gayet keyifleri yerine gelmiş görünüyordu. Vücudumda yer yer hissettiğim acı ve ağrıya rağmen onları rahatlatabildiğim için gülümsedim ve devam ettim.
"Tempo, tempo..." Ekipten bir kaç kişiye baktım. "Hadi yavrum, boş durmayın siz de bir el atın."
"Amcaya sahip çıkalım lütfen" diyerek araya giren Sude'ye ters ters bakarak homurdandım. Kahkahaların üzerimde iyileştirici etkisi olduğu kesindi, sustum ve tebessümle beni taşımalarını seyre daldım.
Gelişmeleri anlatmalarını istedim onlardan. Serdar beyin akıllılık ederek destek ekip göndermesi çok işimize yaramıştı, çetenin geri kalanını da tutuklayarak hapse yollamışlardı bizimkiler, biz yakalandığımız sırada. Zamanında yetişebildikleri için bir kez daha şükrettim.
Bundan sonrası sıkıcı rutinlerdi; doktor kontrolünden geçmem, zar zor uçuş izni koparmamız derken nihayet Türkiye'ye dönebilmiştik.
Döndüğümüzde ekibin ve Serdar beyin hastaneye yatırma tekliflerinden zorla da olsa sıyrıldım. Eve geldiğimde bitkin halim Neal'ı çok endişelendirdi ancak onu da ikna etmeyi başardım. Yataklarımıza çekildiğimizde hissettiğim özlem duygusu gecenin karanlığı eşliğinde arttıkça arttı ve dayanamayıp Buğra'yı aradım.
"Lütfen gel."
"Tamam."
Üç sözcükten ibaret olan konuşma yetmişti sanki birbirimizi anlamaya. Yirmi dakika kadar sonra kapıda Buğra'yı karşılıyordum. Bu defa ona fırsat vermeden sımsıkı sarıldım. Özlem duygusunu en derinlerde hissediyordum, içimden bir duygu selinin ona doğru aktığını... Ancak hazır değildim. Ne kendime itiraf etmeye , ne de ona... Hatta daha hislerimin ciddiyetini bile kavrayamamıştım; derinlerde bir yerde bekleyen bu yanım, ben sert olmaya devam ettiğim müddetçe orada sıkışıp kalmaya mahkumdu ve benim onu meydana çıkarmaya hala cesaretim yoktu.
Uzun sarılmamızın ardından, yukarı odama çıktık. Mümkün olduğunca sessiz hareket ediyor, Neal'ı uyandırmamaya çalışıyorduk.
Sarmaş dolaş yatağın üzerinde otururken kelimeler ağzımdan pervasızca firar etti ve engel olmak istemedim onlara. "Benimle uyur musun? Sadece yanımda olduğunu hissetmek istiyorum."
Gözlerinin içine bakıyordum. O kadar derin, o kadar güzel bakıyordu ki... Kendini kaptırmamak elde değildi. Beni aniden kendine çekip öpmeye başladığında tüm hislerimle karşılık verdim. Öpüşü derinleşti, derinleşti, bir süre sonra yavaşladı ve tamamen durdu. Kendini biraz geri çekti her zaman ki gibi. Ve duymaktan hiç bıkmayacağım kelimeleri söyledi.
"Seni deli gibi seviyorum."
Minik bir öpücük önce dudaklarıma, sonra alnıma kondurdu ve beni bir bebek gibi narin bir şekilde kavrayarak yatağa yatırdı. Yanıma uzandı ve örtüyü üzerimize güzelce örttü. Ardından sıkıca sarıldı. Gözlerim ve bilincim huzur içinde yavaş yavaş kapanırken kulağıma yine aynı muhteşem kelimeleri hiç durmadan fısıldıyordu.
"Seni deli gibi seviyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKSİYON MÜHENDİSİ (Tamamlandı)
AcciónÇizgi meselesini bilir misiniz? Hani dark side falan... Yoldan çıkmak, yer altına inmek... Doğru ile yanlış arasındaki o ince çizgiden bahsediyorum evet. Uzatmadan günün sorusuna gelelim öyleyse; bir şey kime göre iyi-neye göre kötüdür? Bir çoğumu...