Multiye koyduğum müzikle yazdım, okurken dinlemenizi tavsiye ederim.
Hayırlı akşamlar, sevgiler....
***
Gökyüzünün pürüzsüz güzelliğine dikilmişti gözleri, uçağın minik penceresinden. Tek parça bulut yoktu görünürde. Uçsuz bucaksız maviliğin derinliğinde kaybolmuşçasına dalgın, öylece izliyordu.
Zihninin içinde cirit atan kelimelerden bir anlığına sıyrıldı genç kız, o sonsuz derinliğe gerçekten baktı. 'Keşke,' diye mırıldandı, 'keşke yüreğimde bu kadar saf ve duru kalsaydı.'
Bomboş hissediyordu, amaçsız... Ruhunun çekildiğini, bedeninin bumbuz kestiğini... Acıya karşı hissizleşmişti sanki. Yüreği camlardan inşa edilmiş kocaman bir plazanın altında kalmış, ancak bir damla bile kan akmamış gibi... Kaskatı kesilmişti kalbi, o kadar soğuktu. İliklerine kadar üşüyordu.
Eksikti. Kaybetmişti. Isınamıyordu. Eksik olan kıyafet değildi. Kaybettiği güveniydi! Gerçekliği kanıtlanmamış, ortaya öylesine atılmış bir teoriymişçesine silmişti belleğinden o duyguyu... Adını bile duymaya tahammülü yoktu!
Yüzü öylesine ifadesiz, öylesine soğuktu ki, uçaktan birer birer inen yolculara cömertçe tebessüm dağıtan hostes ile göz göze geldiğinde, bir anlığına kızın yüzü düştü. Aldırmadı, kafasını önüne çevirdi ve yoluna devam etti.
Bir taksiye atlayıp geldiğinde saat öğleden sonra ikiyi gösteriyordu. Ne yaptığını bilmezcesine evin bütün odalarını tek tek dolaştı, her yere göz gezdirdi. Ardından bir duş aldı, son derece kaynar suyun buharı tüm banyoyu ele geçirecek kadar yoğun olmasına rağmen bedeninde hissettiği kesif soğuk geçmek bilmiyordu. Suyun sıcaklığından yer yer kızarmış vücudu hala hissizdi.
Saçlarını taradı, kuruttu, üzerini giyindi. Tamamiyle beyazlara bürünmüştü. Sanki ruhunun üşümüşlüğünü en güzel beyaz yansıtabilirmiş gibi... Aşağı indi, midesindeki gürültüyü bastırmak amacıyla mutfağa gitti. Yiyebileceği pek bir şey yoktu, dolap neredeyse tamtakırdı. Minik bir kasede bulunan yalnızca birkaç zeytin ve bayatlamış çeyrek ekmek... Umarsızca omuz silkti. Bir bardak su ile ekmeği zorlanmadan bitirdi. Bir kaç dakika sonra evi kilitlemiş, motoruna atlamış, ailesinin evine yollanmıştı bile.
Kaskını takmamış, saçlarını salık bırakmıştı. Rüzgarda uçuşan saçlarından yayılan şampuan kokusuna karışan toprak kokusunu duyumsadığında huzurla iç çekti. Şüphesiz son saatler düşünüldüğünde en iyi hissettiği an şuandı. Hafif hafif atıştıran yağmur, yağmur sebebiyle çevreyi saran toprak ve çiçek kokusu, son sürat kullandığı motor, teninde, saçlarında hissettiği rüzgâr... Yüzünü biraz olsun gülümsetebilen üç etkendi.
Ailesinin oturduğu yalıya vardığında gün batmak üzereydi. Gökyüzünün berrak maviliği, yerini olağanüstü kızıllığa bırakmıştı. Ufuktaki kızıllık gökyüzüne dağıldıkça açılan tonları ile büyüleyici görünüyordu. Kendiliğinden oluşan renk cümbüşü bugün ikinci kez gülümsetti Melisa'yı. Fark edilmesi zor, kısa süren bir tebessüm... O an fark etti, herkesin hayran olduğu gülüşleri....solmuştu...
Boğazına oturan yumruya, görüşünü bulanıklaştıran buğuya aldırmadan kapı zilini çaldı. İki kanatlı, orta büyüklükteki kapı bekletmeden açıldığında motoru ile birlikte içeri girdi, garaja park etti.
Yemyeşil çimlerin üzerine kurulmuş, sütlü kahve rengindeki ahşap çardağın önünde, yüzlerinde hoşnut tebessümleri ile bekleyen anne ve babasını gördü. Güçlükle yutkundu, gözlerini kırpıştırdı. Yavaşça onlara doğru adımladı. Babasının güçlü kollarını, güven veren kokusunu duyumsadığında bütün direncini yitirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKSİYON MÜHENDİSİ (Tamamlandı)
AcciónÇizgi meselesini bilir misiniz? Hani dark side falan... Yoldan çıkmak, yer altına inmek... Doğru ile yanlış arasındaki o ince çizgiden bahsediyorum evet. Uzatmadan günün sorusuna gelelim öyleyse; bir şey kime göre iyi-neye göre kötüdür? Bir çoğumu...