Arkadaşlar, bölümden sonra gidişat hakkında minik bir kaç açıklama yayınlayacağım, lütfem onu okuyun, olur mu? :)
Sevgiler...
Yazardan
Telefonun hoparlöründen yankılanan patlama sesleri bomba etkisi uyandırmıştı genç adamların her birinde. Donmuş, kalmışlardı. Suskun ve donuk... Zaman durdu, onlar sustu. Rüzgar sebebiyle tül uçuştu, açık olan mutfağın kapısı çarparak kapandı. Hala suskunlardı. Çıt çıkmıyordu, rüzgar da durmuştu artık, ev sessizliğe gömülmüştü. Saatin tik takları yankılanırken, o da durdu birden. Ölümün soğuk nefesi çökmüştü eve sanki. Öylesine bir sessizlik...
Siren sesleri ile kendine ilk gelen Neal oldu. Metanetini koruması gerekiyordu, kendine birkaç telkin verdi. Telefondan gelen seslere bakılırsa ambulans yetişmiş olmalıydı. Şimdi yapması gereken gittikleri hastaneye ulaşmak ve Miniği uyanana kadar yanında olmaktı. Bu düşünceyle ayaklandı. Buğra'yı girdiği transtan çıkarmak için hafif bir tokat attı. Kendine geldiğinde Buğra, birlikte evden çıktılar. Hastanenin adresini bulmak zor olmamıştı, zaten kazanın hangi civarda olduğunu biliyorlardı. Ancak akşam trafiği yoğun, adres uzaktı. Yola odaklanmış iki adam için yaşadıkları en zor saatlerdi şuan. Birinin aşkı, birininse tüm hayatı... Hiçbir şey yapamadan beklemek zordu, berbattı, dayanılmazdı.
Hastaneye vardıklarında arabayı aceleyle park etti Neal. Seri bir şekilde içeri girdiler. Resepsiyondan Melisa'nın ameliyathanede olduğunu öğrendiler ve oraya indiler. Merdivenin son basamağını indiklerinde ameliyathanenin kapısı açıldı. Önce bir doktor çıktı, sonra ise, üzeri örtülü bir sedye...
Doktorla göz göze gelen Neal, anladı anlaması gerekeni ve o an direncini yitirdi. Olduğu yere yığılırcasına çöktü. Hayatında sahip olduğu tek varlığı kaybetmişti...
***
Cenaze defin ediliyordu şimdi. Dünya onsuz bir güne uyanmıştı bu sabah. Kabrin etrafını sarmalamış birkaç kişinin gözleri yaşlıydı. Melisa'nın yakınlarıydı bunlar.
Yalnızca iki aylarını kızlarıyla birlikte geçirebilmiş acılı anne ve babası...
Özlem yoğundu, ayakta durmakta zorlanıyorlardı, ama hayatın devam ettiğinin farkındaydılar... Bir gün atlatacaklardı, biliyorlardı.
Daima birbirlerinin arkasını kollamış ekip arkadaşları, Sude ve Selim...
Zordu, çatışmalardan omuz omuza vererek kurtuldukları dostlarının yokluğu... Ancak sabretmeleri gerekiyordu, elbet bir gün geçecekti bu acı.
Amiri Serdar bey...
Her zorluğa rağmen gülümsemeyi öğreten hocası Jeun...
Bu iki gün görmüş geçirmiş adam herkesten daha metanetlilerdi, biliyorlardı ki, ölüm herkes içindi ve er yada geç herkesin kapısını çalacaktı.
Ve Neal... Hayata birlikte tutunmayı başardığı Maviş'i...
Yarısını kaybetmişti... Geçmişi Miniğiydi onun ve o geçmişini yitirmişti. Geleceğinde bir anlamı yoktu artık. Her bir zerresi acıyordu. Miniğinin varlığını yüreğinin derinlerinde hissediyordu. Özlüyordu. Bırakamıyordu. Ancak şunu biliyordu ki, Miniğinin huzura ermesini istiyorsa, bir şekilde hayatına devam etmeliydi. Giden kendisi olsaydı, öyle olmasını isterdi çünkü. Emindi, Miniği hayatına devam etmesini isterdi. Bunun için uğraşacaktı. Acı yoğun, kayıp büyük olsa da, uğraşacaktı, uğraşmalıydı. Buna mecburdu.
Buğra ise, kaybolmuştu.
Buğra'dan
Soğuk... Çok soğuk... Rüzgar sert... Parçalı bulutlu hava bugün... Belki de yağmurlu, bilemiyorum... Hissedemiyorum. Yüzümde bir ıslaklık var sanki, gökyüzünden mi, gözlerimden mi... ayırt edemiyorum. Hissedemiyorum. Toprağa değiyor ayaklarım sanki, ayakta mıyım, oturuyor muyum... duyumsayamıyorum. Hissedemiyorum. Yanımdan birileri geçiyor sanki, yalnızca siluetten ibaret... göremiyorum. Hissedemiyorum. Görüşüm bulanık, inceden bir tül var sanki... Uzakta hareket eden bir şeyler var, birkaç metre ötede belki de... Dedim ya, hissedemiyorum. Kesif rüzgarın uğultusu sanırım kulaklarımdaki... Emin değilim, belki de birkaç insan sesi... Neredeyim?... Bilmiyorum.
Gerilerden, çok gerilerden bir ses çalınıyor kulağıma... Kafamın içini dolduran uğultulardan daha belirgin bir ses. Anlamak güç. Dikkatimi toplamalıyım sanırım, anlayabilmek için. Ne diyor o? Buğra? Kendine gel? Galiba bana söylüyor. Neden kendime gelmeliyim, hatırlamıyorum.
Gözlerimi açıp kapatmalıyım. Bakışlarımın netleşmesi gerekiyor sanırım. Bir anlık karanlık ve tekrar aydınlık. O da ne? Bir cenazedeyim galiba. Eğilip kalkan insanlar var, birini gömüyorlar. Kabri çepeçevre sarmış insan topluluğu var. Ağlıyorlar. Tanıdık yüzler görüyorum. Kim olduklarını seçemiyorum ama. Zihnim kendini kapatmış sanki, neden böyle olduğunu anlayamıyorum.
Bir anlığına sağıma çeviriyorum bakışlarımı. Ömür? Endişeli gözlerle beni izliyor, neden? Soluma bakıyorum. Ömer? Aynı bakışlar? Neler oluyor? Tekrar önüme dönüyorum. İnsanları gözlüyorum. Ah, hatırladım, Neal değil mi o? Yanındaki Sude, bir sonraki Selim... En önde duran çifti de anımsıyorum birden. Melih Bey olmalı, ona sarılmış ayakta durmaya çabalayan kadın da eşi... Nereden tanıyorum bu insanları?...
O an kulağıma bir isim fısıldanıyor sanki, Minikkuş... Zihnime inen perde kalkıyor. Hatırlıyorum! Melisa'nın cenazesindeyim. Farkına vardığım an bir acı saplanıyor göğüs kafesime... Hiç alışkın olmadığım kadar keskin, dayanılmayacak kadar yoğun...
Son zamanlarda hep böyle... Bir kısır döngü gibi... Minikkuşumun artık olmadığını idrak ediyorum, acı o kadar büyük ki, delirecek raddeye geldiğimde zihnim kendi kendini bloke ediyor, öylece arafta kalıyorum bir süre. Sonra birden bire tekrar geliyor hafızam, tekrar başa sarıyorum yaşanmışlıkları, tekrar anlıyorum onun artık yaşamadığını, tekrar sancıyor göğsüm, kıvranıyorum. Dayanamıyorum. Ben her gün, her saat, her dakika yeniden ölüyorum. Artık o yok ve ben kayboldum.
Sen artık yoksun ve ben kayboldum...
******
Her şeyin başladığı yerdeydi şimdi. Yüksekliği, yerden bakanın boynunu ağrıtacak, yukarıdan bakanı hayran bırakacak kulelerle bezenmiş şehir bomboş görünüyordu. Yapayalnız, kırık dökük... Artık hiçbir şeyin anlamı yoktu. Tıpkı devasa bir şekilde semaya yükselen bu beton yığınları gibi ruhsuzdu. Kemiğe giydirilmiş deriden ibaretti bedeni... Ne hisler kalmıştı, ne yaşama arzusu... Ölümü bile talep etmeye mecali yoktu. Öylece bekliyordu.
Bulunduğu kulenin kenarında, şehrin siluetini izlerken gözlerinin önüne birkaç ay önceki hali geldi. Ne kadar da tasasız, mutluydu! Aslında diye mırıldandı kendi kendine, aslında şimdi de hiçbir tasam yok... Derin bir nefes aldı, şimdi hiçbir şeyim yok...
Bakışları donuklaştı, artık izlediği şehir manzarası değil, bedelleri ağır hatalarıydı...
SON
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AKSİYON MÜHENDİSİ (Tamamlandı)
AcciónÇizgi meselesini bilir misiniz? Hani dark side falan... Yoldan çıkmak, yer altına inmek... Doğru ile yanlış arasındaki o ince çizgiden bahsediyorum evet. Uzatmadan günün sorusuna gelelim öyleyse; bir şey kime göre iyi-neye göre kötüdür? Bir çoğumu...