Yeni bölüm :)
Çimden doğrulduğumda çalıdaki kırmızılık koşarken çarptığım dalların eseri gibi parlıyordu güneşte.. Elimi yanan yere götürdüğümde, elimin soğukluğu iyi gelmişti, ancak kanıyordu. Şuan umursayacağım en son şey buydu doğrusu. Bulunmak istemiyordum. Biraz daha ilerlemek istedim. Yorgunluğum, acılarım ve sanki bunlar yetmezmiş gibi açlığım ilerlememi engelledi. Dalları arasından güneşin vurduğu ağaca sırtımı yasladım ve bir süre öylece yattım. Doyasıya ağlayabileceğim bir yer olduğu için burasını sevmeye başlamıştım. Sevmediğim tek yanı ise Ege'nin yanımda olmayışıydı, onu şimdiden özlemiştim. Benden nefret ediyordu belki, belki Yiğit'e inanmıştı, bilmiyordum. Bilmek de istemiyordum doğrusu, bana öfke beslemesini istemiyordum, hiçbir zaman da istememiştim zaten.
Koşmadan önce biraz zekice davranıp yanıma yiyecek bir şeyler almadığım için kendime birkaç küfür savurdum. Açlıktan karnım gurulduyordu ve böcek yemeye hiç niyetim yoktu.
"Belki birkaç zehirli mantarla karnımı doyururum." şeklindeki aptal bir düşünceyle tekrar ayağa kalktım. Yiğit'in sert vuruşu yüzünden ağrıyan belime aldırış etmeden yürümeye başladım.
Yere bakarken bir yandan geçtiğim ağaçlara da herhangi bir meyveye rastlamak umuduyla bakıyordum. Hiçbir şeye rastlamamak sinirlerimi bozmuştu ve iyice acıkmıştım. Midemden gelen sesler benimle konuşmaya başlasaydı şaşırmazdım doğrusu.
Umudumu kestiğim anda ayağıma bir şey geldiğini hissettim. Bir hayvan dışkısı olabilirdi ya da bir meyve!
Ayağımı yavaşça ve umutla kaldırırken böğürtlene bastığımı fark ettim. Onu yemek için neler vermezdim doğrusu! Ancak onun kaynağını bulmam gerekiyordu, buraya gökten düşmediğini varsayarsak tabii.
Etrafa hızla göz gezdirdiğimde çok uzun olmayan ancak oldukça fazla yaprağı bulunan böğürtlen ağacını gördüm. Ağaç demek için fazla kısaydı, ona isim veremeyecek kadar açtım.
Yanına ulaştığımda bir tane alıp hemen ağzıma attım. Ağzımda dağılırken birazdan doyacağım için oldukça mutluydum. Birkaç tane daha atarken tadının mükemmelliği beni büyülemeye devam ediyordu. En sevdiğim meyve kategorisine girmeye hak kazanırken onu bulduğum için tanrıya şükrettim.
Karnımın idareli olrak doyduğundan emin olduktan sonra ellerimi refleksen üstüme sildim. Başka silecek herhangi bir mendilim olmadığından yaptığım bu hareket beyaz tişörtümde siyah lekeler oluşmasına neden olmuştu. Tişörtümün kenarındaki yırtığı görünce bir an şaşırsam da dallardan olduğunu düşünerek -daha doğrusu düşnmek isteyerek- bu konuyu es geçtim.
Böğürtlenlerin zehirli olabileceği fikri aklıma geldiğinde artık çok geçti. Onlar çoktan en küçük hüreceme bile ulaşmış, açlığımı gidermişti. Şimdi düşünmem gereken daha önemli konular vardı. Düşünmek istemesem de düşünmem gereken.
Bir an aklıma müdür gelince duraksadım. Ona vermem gereken ceketten önce beni ne kadar merak ettiğini düşündüm. İçim ürperirken kampa dönme fikri tok karınla daha bir hoş gelmişti. Ancak henüz değil, biraz daha burada kalabilirdim.
Ortalama 10 dakikadır yürüyordum ve herhangi bir ayıya rastlamamış olmak beni sevindirmişti açıkçası. Zaten rastlamış olsam şuan bunu düşünüyor olamazdım, o konuya girmiyorum bile.
Çimden ve bazı yerlerde bulunan toprağın neminden dolayı ayakkabılarım da onlar gibi nemli bir hal almıştı. Yere yattığımda ıslanan tişörtüm kurumuş, üzerindeki kirler daha bir kendini göstermeye başlamıştı. Güneş yüzüme vururken ağaçlık alanın azaldığını ve daha çok çalıların bulunduğu ardından tekrar ağaçlık alanın devam ettiği bir alana geldim. Burası daha çok merkez gibiydi, peki bir ormanda merkez ne arasındı ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEĞİŞİM
Teen FictionYüreğimin önüne acılardan inşa edilmiş kalın, soğuk duvarların yıkıldığı an, hayatımın değiştiği andı..