34. Bölüm

3.6K 195 11
                                    

Yeni bölüm geciktiği için hepinizden özür dilerim, tekrar.

Yavaş yavaş sona yaklaşıyoruz ve kendime düşünmek için biraz zaman ayırmak istedim, inşallah beğenerek okuyorsunuzdur. 

İyi okumalar.. <3

            ...

                Çadırın rengi güneşin yansımasıya yüzüme vururken gözlerimi araladım. Sedef'in huzur içindeki uykusunda gördüğü rüyaları kabusa çevirmemek için sessizce hırkamı aldım ve çadırdan dışarı çıktım. Hırkamı üzerime geçirirken güneşin daha doğmak ile doğmamak arasında kararsız kaldığını gördüğümde bu kadar erken kalktığım için içimdeki huzursuzluk yine kendini göstermişti. Dün altına oturduğum büyük ağacın gölgesi hala büyükken oturmak için kamptan uzaklaştım. Etrafı izlerken dizlerimi kendime çektim ve bir süre derin derin düşündüm. Ne yapabileceğim konusunda en ufak bir fikrim bile yoktu. Korunaksız, bir başıma kalmıştım. Belki şimdi kaçsam kimsenin bulamayacağı bir yerde ya açlıktan ölürdüm ya da yırtıcı bir hayvan tarafından parçalanarak öldürülürdüm.

Kendimi ölüm fermanı verilmiş bir Robin Hood'dan farksız hissediyordum. İnsanlara iyilik yapmak için ölümü göze alan adam.

Hayatım boyunca yaptıklarım aklıma geldikçe yaptığım bencilce davranışlar için ölümü bir kez daha hak ettiğimi düşündüm. Ölümden korkmanın yanı sıra, geride bıraktıklarım için daha da endişeliydim. Ege için.. Sedef için.. O çok sevdiği takım için.. Onlar için herşeyini feda edebilirdi, yalnızca mutlulukları için.

Dün fazlaca bağırdığım için sesimin kısılmış olması bir yandan canımı acıtırken, yüreğimdeki Ege ve diğerleri için hissettiğim acı gözümden yaş akmasına neden olmuştu. Ölürken en azından Ege'nin gözünün önünde olmamak fikri diğerlerinden daha cazip gelen tek fikirdi.

Yapmak istediğim tek şey vardı; Ege'yi son bir kez olsun öpmek ve kokusunu içime derince çekmek. Sonra herşey için hazır olabilirdim. Bunu onun hissetmesini istemiyordum, peşimden gelmek isteyebilirdi. Bunu ona yaşatamazdım, buna hakkım yoktu. Yaşadığı bir acıyı ikinci sefer yüzüne vurmam anlamsızdı.

Güneşin biraz olsun yükseldiğini gördüğümde gücümü toplayarak ayağa kalktım. Kampa geri döndüm ve Ege'nin çadırının olduğu tarafa ilerledim. Çadırın önünde durup girip girmemek ile ilgili yaşadığım git gelde en son girme kararı aldım ve yavaşça çadırı araladım. Erdem ve Ege içeride mışıl mışıl uyuyorlardı. Ağır adımlarla dikkatli bir şekilde Ege'nin başucuna oturdum. Baş parmağımı yumuşak ve pembe dudağında biraz gezdirdikten sonra eğildim ve ona öpücüğünü verdim. Belki de son öpücüktü bu..

Başımı boynuna gömüp nefesini içime çektiğimde ciğerlerime dolan erkeksi kokusu nefesimi açmıştı. Her sabah bu koku ile uynmak için vermeyeceğim şey yoktu.

Beni unutmasını istemiyordum ancak varlığım da yokluğum da ona acı verecekti, buna emindim. Kalbim acıyordu, ağrısı gözümden akan yaşları tutmamı engelliyordu. Ege'nin üzerine damlamasına izin vermeden elimin tersiyle sildim. Artık güçlü olmalı ve bu işi bitirmeliydim. Ona bakmaya ne kadar doyamasam da artık bitmeliydi bu oyun. Kırılan kalp sayısı arttıkça üzüntü ve korku da artıyordu bu aptal oyunda.. Neden sadece mutluluk olmazdı ki zaten?

Çadırdan dışarı çıktığımda havanın ısınmış olduğunu gördüm ve hırkamı bırakma ihtiyacı hissettim. Çadırının girişine bırakırken ona bir daha ihtiyacım olmayacağı duygusu bile dehşet vericiydi.

Hızlı adımlarla Yiğit'in çadırına ilerledim. Etrafta kimse yoktu, henüz kimsenin uyanmadığı aşikardı. Çadırına daldığımda uyanıp uyanmaması umrumda değildi, yalnızca acı bitsin istiyordum.

DEĞİŞİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin