Baş belası 'Parsık'

1.2K 51 5
                                    

SELİN YILMAZ

"Anne... Ya utanıyorum... İrkiliyorum! Ama gösteremiyorum bir türlü!"
"Şşt. Bir daha duymayacağım, senin utanacağın birşey yok. Hem, nereden bulmuş adresi?" Dedi annem, kaşları çatık.
"Bilmiyoruz, ama bugün geldi eve. Çocuğun iki lafından biri Selin. Zaten çok korktu bugün benim ikizim."
"Off, kızım... Selin... Sakın korkma. Utanma. Etrafında seni koruyup kollayacak bir sürü insan var. En başta ben. Nazlı, Haluk, Savaş, Emre, Ali..."
Annem elleriyle kollarımı okşuyor
Ahh birde ben derdimi Ali'ye anlatabilsem zaten...
"Yaa annem, evet... Ali var, Savaş var..." Dedim gözlerimi devirerek.

***
Bora bizim masaya doğru yürümeye başladı...
"Al işte, dedim başımıza bela olacak diye."
"Ali sakin ol lütfen."
Bora yaklaştıkça, bedenimdeki tüm hücreler dondu. Ali bunun farkındaydı... Gözlerini bana dikti... Huzursuzdum ve bunu aşırı derecede belli ediyordum. Elimde değildi.
"Merhaba Selin. Nasılsın?"
"...Şey. İyilik, senden?"
"Seni gördüm daha iyi oldum. Var ya seni çok özlemişim."
"Selin? Ne diyor lan bu sıyrık?" Diye lafa girdi Ali.
"Yok birşey Ali."
"Hop, lan sen kimi özlüyon?"
"Ali.." Dedim elimi dizine koyarak.
Bu hamlemden sonra, Bora masaya oturup bir 'latte' kahve istedi.
"Bora?"
"Efendim Aliciğim."
"Bana öyle cimli, mimli konuşma. Sen niye Selin'i bu kadar seviyorsun?"
Kolyemi okşadım. Gözlerim etrafı aradı. Garson geldi, ve Bora'nın kahvesini verdi.
"Buyrun efenim."
"Sağol."
O arada Bora'nın telefonu çalıyor. Sandalyeden kalkıp uzaklaşıyor.
Hemen arkasından Ali koca karılar gibi "Sıyrık." Dedi.
İç çektim. Bu gidişle ben Ali'ye derdimi nasıl anlatacağım?
Bora masaya geri döndüğünde, elleri ceplerinde havalı bir şekilde karşımızda duruyordu.
"Ah ah, Bora Pars olmak zor iş. Ben kaçar, çok işim var."
Gıcık ve itici bir şekilde gülümseyip, beni süzdü ve sonra yanımızdan yavaş yavaş ayrıldı.
"Ben bu sıyrık için yeni lakap buldum."
"Neymiş?"
"Parsık."
"Ali yaa... Dalga geçme çocukla."
"Yok yok sevdim ben bunu... Parsık. Parsık, güzel güzel."
"Off Ali ne diyeyim ben sana."
Ali Bora'nın yokluğundan faydalanmaya çalışıp beni belimden tutup yanına çekiyor.
Kolları belimin etrafında, kafasını boynuma gömdü ve öpücük kondurmaya başladı.
"Bak ne diyeceğim Selin."
"Bora hakkında ise dinlemek istemiyorum Ali..."
"Hayır ya. Hem ne Borası, onun adı 'Parsık.'
Gülmemek için zor tutuyorum kendimi, ama bu çabam boşuna. En sonunda dayanamayıp kahkaha atmaya başlıyorum.
"Ne diyecektin sen?"
"Hafta sonu birşeyler mi yapsak?"
"Her an 'birşeyler' yapmıyor muyuz?"
"Ya hayır, böyle Savaş ve Nazlı'da gelsin. Dağ evine gidelim."
"Bilmiyorum düşünmem gerek." diyorum yarım ağızla gülümseyerek. "Seliiinn."
"Ayy Ali yapma ya. Seninle vakit geçirme fırsatım var ve ben hayır mı diyeceğim sanıyorsun?"
"O zaman?"
"Tabii kide geliyoruz!"
"Tamadır. Yarın gidiyoruz, ve tüm haftasonumuzu orada geçiriyoruz."
"Ne?!"
"Ne, ne?"
"Yarın çıkıyorsak, bugün Cuma. Yarın hafta sonu ve ben hâlâ hazır değilim!" Ali çabuk eve!" Panikliyorum. Daha bavulumu hazırlayacağım. Ali'nin kollarından sıyrılıp, tam ayağa kalkmışken, beni durduruyor.
"Dur kızım, dur! Sadece bir çantanın içine iki parça giysi koyacaksın, o kadar. Ne panikliyorsun."
Bu lafından sonra geri yerime oturup, ona öldürücü bir bakış atıyorum.
"Bak Aliciğim. Bir Selin Yılmaz asla ve asla, iki günlük bile olsa, bir tatile küçük bir çanta ile çıkmaz."

ALİ MERTOĞLU

***
"Selin hadi ama ya. Hepimiz seni bekliyoruz! Dünden beri hazırlanamadın. Hayır yani anlamıyorum sadece iki günlük bir tatil, o'da gideceğimiz yer dağın başı!"
Diye bağırıyorum Seline.
"Ay Ali ya, ne inledin ama ya. Geldim işte."
Selin evden kendisinden büyük bir bavulla çıkmaya çalışıyor. Daha doğrusu debeleniyor.
"Ne bakıyorsunuz ya! Biriniz alır mısınız?"
"Gel, gel başımın belası. Gel."
Selinin elinden çekmeye çalıştığı bavulu alıp, bagajıma atıyorum. Zaten bagajdaki tüm yeri o kapladı.
"Hadi binelim."
Nazlı ve Savaş arkaya oturmuş, Selinimde benim yanımda önde.

***
Uzun bir sürenden sonra Selin sıkıldığını belli etmek için ofluyor.
"Muzik aç."
"Ne?"
"Muzik aç, sıkıldın."
"Olurrrr..."

#Nil Karaibrahimgil~ Kanatlarım Var Ruhumda#
Radyo'da Nazlı ve Selin'in en sevdiği şarkılardan bir tanesi çalıyor...  İkizler bir birine bakarak, aynı anda sunroof'ten çıkıyor, ve kollarını özgür bir şekilde açıyorlar. Bende direksiyonda ritim tutarak onlara katılıyorum. Savaş ise arkada halimize gülüyor. Selin gözlerini kapatıp, derin bir nefes çekiyor. Sonra bağırıyor. Nazlı'da katılıyor.
"ÇOK MUTLUYUZZZZZ!!"
Müziğin ortasında geri oturup, koltukta dans etmeye başlıyorlar... Selinin bu çılgın hallerine alışığımda, Nazlıyı ben hiç böyle görmedim... Sonra yeniden sunroof'ten çıkıp aynı şekilde dans etmeye başlıyorlar.
Müzik bitince ikiside geri oturup, gülmeye başlıyor.
"Ay, ben bu anı ölümsüzleştirmek istiyorum!"
"Selinciğim, ikizim, canım, biraz sakin ol. Tamam mı?"
"Ya ne ya Nazlı. Hadi gelin selfie çekilelim."
Hepimiz Selin'in telefonun kamerasına bakıp gülümsüyoruz. Arka arkaya bir kaç tane fotoğraf çekince, bir kaç tanesinde Selin'in parıldayan gözlerine baktığımı anlıyorum.
"Aşkım bunları sakın internete koyma. Anlaşıldı mı?"
"Ya, ama niyeeeee?"
"İyi, koy, sonrada bizi bulsunlar ve bizi rahat bırakmasınlar."
"Tamam, tamam."
Selin çekildiğimiz fotoğraflara bakınca, ona baktığım fotoğrafları görüyor ve telefonu bana uzatıyor.
"Neye bakıyordun?" diye fısıldıyor.
"Sana. Gözlerine... Parlıyorlar."
"Sen yanımda olduğun için olabilir mi?" diye yine fısıldıyor ve yine gözlerinin içi parlıyor.

***
Nazlı ve Savaş akşam yemeğinden sonra yürüyüşe çıktılar ve ben Selin'le evde yalnız kaldım.
İkimizde birşey yapmak istemedik, bu yüzden bir birimize sımsıkı sarılarak koltuğa uzandık.
"Hayallerin ne?" diye soruyor.
"Hı?"
Kafama hafifçe vuruyor, sanki küçük bir çocuğa vuruyormuş gibi.
"Ahhh, noluyo ya?"
"Hı, değil. Efendim veya pardon olabilir mesela."
"Pardon Selinciğim, söylediğini tekrar edebilir misin?" diyorum alaylı bir şekilde.
Tek dirseğinin üstüne uzanıyor ve bana dönüyor.
"Böyle bir on sene sonra, ya da on beş... Kendini nerede görüyorsun. Hayallerin ne?"
"Kızlar falan... Tatildeyim böyle... Keyfim yerinde... Deniz... Kum..."
Selin o koca gözlerini belertip bana bakıyor sonra tokat atıyor bana.
"Aaahh, yine naptım?"
"Töbe töbeee! O ne biçim hayalmiş öyle?! 'Kızlar falan' ne demek?! Ben neredeyim, ben!" diyor elini sallayarak...
"Şaka şaka." Diyorum geri koltuğa çekerek. Nefesi nefesime karışıyor.
"Sen bu hayalin her tarafındasın. Senin olmadığın bir hayatı asla düşünmek bile istemiyorum. Kızları boşver, onlar benim Selin'imin yanında kimmiş?"
Selin yeniden bana bakıyor ve gülümsüyor. Poh pohlanmış küçük çocuklar gibi, saçını arkaya atıyor ve gözlerini deviriyor.
"Peki Selin hanım, sizin hayaliniz ne?"
"Böyle, setteyim..." diye başlıyor söze... Parmaklarımı kavuşturmuş, tavana doğru bakıyor.
"Dizi veya film çekiyorum... Makyajımı tamamlıyorlar, sahneye başlayacağız... Sen geliyorsun kucağında küçük bir çocuk... Uzay..."
"Çocuğumuzun adı Uzay mı?"
"Ah ah, senin çocuğun mu? O nerden çıktı? Ben öyle birşey demedim ki."
Gözlerimi fal taşı gibi açıyorum.
Ne demek bizim çocuğumuz değil?!
"O ne demek? BENDEN BAŞKA KİMSEYLE OLAMASSIN!"
"O niyeymiş o? Sen kızlarla tatillerdeyken iyi ama..."
"Yok, bana ne. İzin vermem. Seni ben alacağım... Kimseye yâr etmem seni... Ya benimsin, ya kara toprağın."
"O ha... Ali. Yavaş..."
"Ne kızım, doğru ama."
"Şaka yaptım- o bizim oğulumuz... Babası gibi, sarı saçı, mavi gözleri var."
"Annesi gibi, koca gözleri olsun."
Birbirimize iyice yakınlaştıktan sonra, burnumun ucu onunkine dokunuyor.
Birden kapı alacaklı gibi çalmaya başlıyor.
"Birisini mi bekliyorduk?"
"Savaş'ta anahtar var ama... Kesin onlardır."
"Ben bakarım."
Selin kapıya gidiyor...
Arkadan bağırıyorum kim diye ama cevap vermiyor. Endişelendim ve yanına gittim. Selin kapının önünde donmuş vaziyette, dışarı bakıyor.
Yanına gidince neden donduğunu anlıyorum. İstemsizce bende donaklıyorum...

Mavi GökyüzüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin