SELİN YILMAZ
#Emre Aydın/ Model ~ Bir Pazar Kahvaltısı#
Ben şoktan çıkana kadar, doktor yüzüme bakıp bakıp gülüyordu.
"Doktor Hanım, siz sonuçları falan karıştırdınız herhalde." dedim bunu ümid ederek...
"Hayır Selin Hanım. Bakın adınız." dedi elindeki rapor kağıdını göstererek.
"Olamaz, olamaz böyle birşey!" dedim ayağa kalkınca. Batuhan'da beni tutmak için ayağa kalktı ama ben izin vermedim.
"Olamaz!"
Kafamı sallama başladım.
"Mümkün değil!"
Hayır. Ben bunu şimdi öğrenmeyecektim! Böyle hayal etmemiştim! Ali olacaktı yanımda, mutlu olacaktık!
"Selin tamam, sakin." dedi Batu.
"Olamaz dedim!"
Doktorun masasının üstündeki kalemliği yere fırlattım. Terden anlıma yapışan saçlarımı ellerimle geriye attım. Sinirimi alamayıp masanın üstünde ne var ne yoksa yere fırlattım.
"Olamaz! İstemiyorum! Ali olacaktı! Şimdi değil..."
Doktor beni sakinleştirmek üzere yanıma gelip beni kolundan tutmaya çalıştı. Ters bir bakış atarak kolumu geri çektim.
"Selin sakin!" diye bağırdı Batu.
"Batu olmaz!" deyip yere düştüm. Penyemin üzerinden karnımı sıktım, Batu hemen yanıma oturup kafamı göğüsüne bastırdı.
"Şşt. Sakin..."
"Batu... Ben böyle hayal etmemiştim... Böyle olmayacaktı. Ben mutlu olacaktım, yanımda Ali olacaktı..." dedim göz yaşlarımı silerek.
Kafamı kaldırıp Batu'nun gözlerinin içine baktım. Maviyi aradım... Yoktu...
"B-ben be yapacağım şimdi? Ne yapmam gerekiyor?"
"Önce sakinleş... Eve gidip konuşuruz..."Yol boyunca ikimizde çıt çıkarmadık. Eve girincede birşey demedim. Diyemedim. Gücüm yoktu. Emel abla beni ne kadar soru yağmuruna tutsada birşey demeden odama çekildim.
Yatağa uzanıp camdan dışarı baktım. Yağmur hâlâ dinmemişti. Elim istemsizce karnıma gitti. Penyenin üzerinden yeniden sıkmaya başladım karnımı. Yaşlar yeniden yanaklarımı ıslattı.
"Neden? Neden şimdi?" dedim kendimin bile doğru düzgün duyamayacağı kadar kısık bir sesle.
"Olmaz..."
Ne yapacağım ben? Ali nerede? Söylemem gerekiyor mu? Doğuraca- Doğurmayacağım. Doğuracağım. Hayır. Evet. Off.
Kendi düşünceleremde boğularak uykuya daldım.Batu'nun omuzumu delmek istercesine vuruşlarıyla uyandım.
"Selin kalk kalk."
"Üff tamam be! Kalktım. Omuzumu deldin!"
"Kalk sende. Alışverişe çıkacağız."
"Ne alışverişi?"
"Yiğenim için,"
Gözlerimi devirdim.
"Batu... Ben," dedim yatakta doğrulurken.
"Sakın, Selin bu konuda çok ciddiyim. Bir saniye durmam Ali'ye söylerim. Böyle birşey aklının ucundan bile geçmesin. Zaten kendimi suçlu gibi hissediyorum söylemediğim için."
"Batu.."
"Selin, dedim. Asla... Buna Ali'den izinsiz karar veremezsin. Daha hiç kimsenin haberi yokken, buna karar verme."
Kaşlarımı çattım.
"Çocuk benim çocuğum, ne ister-"
Ben daha cümlemi bitirmeden Batu araya girdi.
"Bak sende hemen benimsemişsin... Sakın Selin... Bebeğin ne günahı var?"
"Bu durumda... Ali yanımda yokken, doğurmanın ne anlamı var?"
"Ali şimdi yok yanında... Hiç bir zaman olmayacak diye bir kaide de yok."
"Olmayacak ama,"
"Nerden biliyorsun?"
"Yoksa sen,?"
"Haşa, sensiz yapar mıyım?" dedi alaycı bir ses tonuyla.
"Neyse hadi, inandım..."Her ne kadar istemesemde Batu'nun ısrarlarına karşı koyamadığım için alışverişe çıktık. Meydan'daki mağazalara girip bebek eşyaları baktık. Daha doğrusu Batu baktı.
ALİ MERTOĞLU
Elimdeki telefonla en yakın Londra biletlerine bakmaya başladım. Tam bir tane yer ayırtacakken, Batuhan aradı.
"Efendim Batu?"
"Kuzen..."
"Efendim..."
"Kuzen sen en yakın zamanda gel."
"Selin'e birşey mi oldu? Fenalaştı mı yine? Huysuzluk mu yapıyor? Lan oğlum anlatsana!"
"Ali bi' izin verirsen..."
"Dinliyorum,"
"Ali sen sadece en yakın zamanda Londra'ya gel. Bunu Selin sana anlatsa daha iyi olur."
Derin bir nefes aldım.
"Çok kızgın değil mi bana?"
"Kızgın olduğunu sanmıyorum... Ama çok kırgın olduğunu biliyorum."
"Off," Tek elimle telefonu tutarken, diğer elimle sakallarımı ovaladım.***
Küçük bir çantanın içine bir kaç parça kıyafet koyduktan sonra odaya son bir kez bakarak çıktım. Ne Güneş Hanıma, ne de babama görünmeden evden çıktım.Yoldan bir taksi çevirip havaalanına gitmek için yol aldım.
Kafamı cama yaslayıp derin bir iç çektim.
Acaba Seline ne oldu?
Kafamda pervane haline gelmiş sorulara cevap bulmaya koyuldum ama bu beni daha da deli eden düşüncelere sürükledi.
Ne yapıyor orada? Çok mu kırgın? Neden aramadı? İyi mi? Bensiz daha mı iyi? Düzen kurdu mu? Beni yeniden görmeye hazır mı acaba?
Yeniden bir iç çekip havaalanına geldiğimizi fark ettim. Şöför'e parasını verip taksiden indim.
"Hazırım."
Elimdeki küçük çantayı sıkıca kavrayıp içeri yavaş bir şekilde yürüdüm. Yapacak birşey yok diye direkt olarak bekleme odasına gittim. Herkes kendi havasındaydı... Yaşlı, beyaz tenli bir nenenin yanına oturdum. Galiba yabancıydı. Sessizce yeniden keşkelerle, acabalarla, eğerlerle dolu düşünce havuzuma düştüm...***
Gözlerimi yüksek sesteki anonsla açtım. Uyuduğumu anlamam fazla uzun sürmedi. Anonsu duyunca check-in yapmak için sıraya ilk giren ben oldum. Sanki uçakta beni bekliyordu kalkmak için.
"Buyrun,"
Kadın biletimi alıp inceledi, ve kapıdan geçtim. Seline daha da yaklaşıyordum.Uçaktaki yerimi aldığımda yanıma aynı yaşlı nene oturdu ve hostesle konuşmaya başladı. Yabancı değilmiş. Kafamı geriye atıp camdan dışarı baktım.
"Seni üzen birşey mi oldu evladım?" diye bir ses geldi. Yanıma baktım. Tonton nene meğerse benimle konuşuyormuş. Buruşmuş ama bir o kadar pamuksu bir ten ve açık kahverengi gözleriyle bana bakıyordu. Bir an için içime sokmak istedim onu.
"Niye?"
"Çok üzgün görünüyorsun..."
"Ben üzülmedim, birisini üzdüm,"
Nene başını sallamaya başladı, ve "Ben anlamıştım zaten." dedi.
O arada uçak kalkışa geçti.
"Ee sevdiceğin Londrada mı?"
"Bir süreliğine gitti, bende inşallah geri getireceğim."
Tanımadığım birisi de olsa, içimi dökmek rahatlatmıştı.
"Çok üzdüm onu nene, çok... Yüz üstü bıraktım. Hak etmedi bunları. Benden muhtemelen nefret ediyordur..."
"Meraklanma evladım... O da seni seviyorsa mutlaka aff edecektir... Tabii sende onu seviyorsan."
"Seviyorum, hemde çok."
"Bak evladım, kadınlar çiçek gibidirler... İlgi isterler, kırılmak istemezler... Hoşlanmak ve sevmek arasında da çok ince bir çizgi vardır. Bir çiçekten hoşlanırsın, onu kökünden kopartırsın...Amaaa," dedi işaret parmağını kaldırıp. "Bir çiçeği seversin, onu her gün düzenli olarak sularsın. Kıyamazın koparmaya..."
Tebessüm ettim.
"Yok nene, ben bu kızı seviyorum... Kıyamıyorum... Onun ağlamasına, acı çekmesine, üzülmesine dayanamıyorum. Onun için var ya, ben dünyaları yakarım. Öl dese ölürüm."
"Sen gerçekten bu kızı seviyorsun... Ee neye benziyor bu şanlı kız?" dedi nene gözlerini büyüterek.
"Kocaman kahverengi gözleri var, up uzun, beline kadar uzanan saçı. Gamzesi var... Biliyor musun, ben hep onu gamzesinden öpmek istedim ama öpemeden gitti. Bir gülüşü var, bin gülüşe bedel... O gülünce, her yerde güller açıyor... Kulak memesinin tam arkasında bir küçük beni var, köprücük kemiklerini saymıyorum bile... Yanakları... Kaşları... Dudakları... Dudakları gül kurusu..." Ben anlatırken nene de sadece başını sallıyordu.
"Kız güzelmiş."
Kısık bir kahkaha attım...
"Dünya güzeli..."Uçaktan indiğimizde hâlâ gün ortasıydı. Havaalanından hemen çıkıp, az buçuk bir İngilizcemle taksi şöförüne adresi verdim.
Ara sokaklar, caddeler, derken Meydan'a çıktık. Daha önce geldiğim için Meydan bana o kadar çekici gelmiyordu. Aynı taş yığını, aynı mağazalar, aynı heykeller. Ben düşüncelerime kapılıp giderken taksi bir anda durdu. Kırmızı ışıkmış.
Etrafıma bakmaya devam ettim. Sonra bir köşeden birisi çıktı. Kahverengi gözlü, up uzun saçlı, gamzeli... Gülüyordu ve elindeki bebek tulumuna bakıyordu... Yanında da... Batu?
"Selin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Gökyüzü
Novela JuvenilAli ve Selin iki küçük çocuk gibiler, ikiside hoyrat, ikiside masum... Güneşin Kızları'dan #AlSel'in aşk dolu hikayesi sizlerle. Umarım beğenirsiniz, beğenilerinizi, ve yorumlarınızı atmayı unutmayın.❤️❤️