ALİ MERTOĞLU
Elimdeki mektubu buruşturup odanın diğer tarafına fırlattım. Bağırdım. Masanın üstündeki eşyalarımı elimin tersiyle yere ittim, ve masanın yanında yere çöktüm.
Ne hissedeceğimi bilmiyordum. Hem sinirliydim geri gelmeyeceği için, üzgündüm ayrıldığımız için, mutluydum istediği gibi gittiği için, aptal gibi hissediyordum bana gideceğini bir mektupla söylediği için.
Allah benim belamı versin. Tek bir sözüm nelere sebep oldu. Sen yokken, benim olmam neye yarar Selin?
İçeri Emre ve Savaş daldı.
"Ali? N'oluyor? Ne buranın hali?"
Ağlamaktan birşey diyemedim, işaret parmağımla sadece o mektubu gösterdim. Emre hemen mektubu alıp, yüksek sesle okumaya başladı, o anda Nazlı içeri girdi.
"Gitti. Dönmeyecekmiş. Beni kandırdı! Geleceğim dedi! Gelmiyor Nazlı! Gelmiyor!"
"Ne? N-nasıl yani? O ne demek? Benim ikizim geri gelecek. Gelecek geri." dedi Nazlı paniklemiş bir şekilde.
"Gelmeyecek. Gitti dönmeyecek. O zaman o gittiyse bende arkasından gidip geri getireceğim." dedim, yüzümü silerek.
"Nasıl?"
"Bugün değil, yarın gidiyorum. Geri getireceğim."
"Haluk abiye ne diyeceğiz?"
"Bana ne ondan."
"Birkaç güne gitsen? Kafasını toparlamaya gitti de, yani sen hemen ertesi gün getirince birşey değişmiş olmayacak."
"Offf Nazlı. Bana ne. Gelsin buraya, istiyorsa yüzüme bakmasın. Ama burada olsun. Güvende olduğunu bileyim. Gitmiş elin oğlunun evine..."
"Pekte elin oğlu sayılmaz ama..." dedi Nazlı.
"O ne demek?"
"Birşey demek değil." dedi Nazlı sırıtarak.
"Nazlı..."
"Küçükken bunlar, şeydi."
"Neydi?"
"Böyle işte seviyorlardı birbirlerini. Çocukluk aşkı yani anlayacağın."
"Hıııı birde çocukluk aşkımız eksikti, o da geldi, tam oldu." dedim gözlerimi devirerek.***
Laptop'umu açtım ve yatağıma oturdum. Emre'nin baş ucuma koyduğu mektuba baktım. Elime aldım, ve o son söze baktım. Geri dönmeyeceğim. İç çekip, geri laptopumun ekranında duran uzay resmine baktım. Bilet sayfasını açıp, en yakın tarihten bilet aldım, Amerikaya.
Sen gidersen, bende gelirim.
Tüm işlemleri bitirdikten sonra laptopumu yerine koyup, Selin'le çekildiğimiz fotoğraflara baktım.Onun yanında kendimi küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Öyle masum, öyle deli. Elime küçük bir çanta alıp, içine bir kaç parça elbise yerleştirdim. Çantanın fermuarını kapatıp, yatağın altına koydum. Yüzümü banyoda yıkayıp, aşağı indim, yemeğe.
Yerime oturduğum an karşıya baktım. Boş. Selin'in yeri boştu, sanki hiç dolmayacakmış gibi.
Tabağımdaki yemeklere işkence etmeye başladım. Iştahım yoktu. Nasıl olabilirdiki? Masada ölümcül bir sessizlik vardı.
Nazlı'ya baktım ve bana bir bakış attı. Bende geri gözlerimi kırptım.
"Şey, benim pek iştahım yokta, size afiyet olsun," Nazlı'ya döndüm. "Emre'ye gideceğim gelmek ister misin?"
"İki dakika beklersen, çantamı alıp geleyim."
"Arabadayım."
Nazlıyı beklerken, Savaşı da çağırdım.
Hepimiz arabaya bindiğimizde, konu açıldı.
"Ee? Ne yaptın? Nasıl olacak?" dedi Savaş.
"Valla kuzen, senin yardımına ihtiyacım var."
"Yapabileceğim birşeyse..."
"Akşam Emre gilde kalacağım... Sende gidip hazırladığım çantaya alacaksın benim için. Malum, evden çıkınca herkes sorardı."
"Bu akşam mı?"
"Evet."
Nazlı hemen bana baktı.
"Hemen mi gidiyorsun? Biraz dursaydın." dedi Nazlı. Aniden frene bastım, ve dikiz aynasından Nazlı'ya baktım.
"Yaşayamıyorum Nazlı. Gideli kaç saat oldu daha? Olmuyor. Nefes alamıyorum. Onun başka şehirde, başka insanlarla olmasına dayanamıyorum. Kalbim acıyor, çünkü bunların hepsi benim sadece bir kaç sözümle oldu. ALLAH KAHRETSİN Kİ BUNLARIN HEPSİ BENİM YÜZÜMDEN OLDU! Allah benim belamı versin ya. Ben niye hâlâ yaşıyorum ki?"
Derin bir nefes alıp, direksiyonu sıktım. Sonra yeniden gaza basıp, Emre'nin evine doğru yol aldık.SELİN YILMAZ
Uçak Amerikaya indiğinde, ben yatıyordum. Gözlerimi açtığımda, yanımda Uğur yoktu.
"Uğur?"
"Geldim geldim."
"Neredeydin?" dedim gerneşerek.
"Lavaboda, hadi zaten yeni indik."
"Tamam. Çantamı alayım."
Bu şehir... Bu şehir tamamen farklı. Hem İstanbul'dan, hem İzmir'den. Havası... Kokusu... İnsanları...
Taksiye bindiğimizde Uğur İngilizce konuşmaya başladı, anlamadım.
Yol boyunca yattım, malum akşam indik.
"Selin uyan hadi."
Omuzumu delmek istercesine vururken Uğur, uyandım. Arabadan indiğimde, hiçte hayal etmediğim bir manzarayla karşılaştım.
Kocaman bir ev, içinde sadece dört kişi yaşıyor. Mertoğlu konağına bin basar.
"O ha eve bak." dedim, ağızım açık.
"Bizim malikaneye hoş geldin, fıstık."
"Hoş buldum Panda bey."
Evin önünde bir kadın ve adam bekliyordu. Rucan teyze ve Kemal amca olduğuna anladığım anda, valizimi bırakıp, sarılmaya koştum.
"Selin kızım!"
"Rucan teyzem," dedim sarılarak. "Nasıl özlemişim."
Sarılma faslı bittiğinde içeri geçtik, ve biraz lafladık.
"Ee? Güneş ne yapıyor?"
"İyi o'da, işte okullar falan açılıyor, öğretmenliğe yeniden başlayacak. Onun heyecanı var."
Rucan teyze ve Kemal amca Uğur'un anne ve babası. Onları sekiz yaşımdan beri görmüyordum.
Saat on iki buçuğa gelince, herkes yataklarına gitti.
Yavaşça yatağa girdiğimde, telefonu elime aldım ve Nazlı'ya mesaj attım.
Nazlı ben geldim. İyiyim.
İki dakika sonra Nazlı beni aradı, fısıldayarak konuştum.
"Nazlı?"
"Selin sen nasıl geri dönmeyeceğim dersin?"
"Anlattı mı?"
"Ben gördüm. O ne demek? Salak mısın? Hayatın burada. Ne demek geri dönmeyeceğim. Anneme söylemedik daha, kadın duysa neler olacak haberin var mı senin?!"
"Nazlı bir sakin ol." İç çekip, gözlerimi kapattım.
"Ne yapıyor?"
"Kim?"
"Ali."
"Valla sen gittin gideli, çocuğun yüzüne görmedik ki. En son o mektubu okuyup ağladığını gördüm. Odasını falan dağıtmıştı."
"Çok mu kötü oldu?" dedim, yutkunarak. Ağlama Selin.
"Kötü olmak ne demek. Bak Selin... Bunları anlatmazdım ama sen belki seçimini değiştirirsin diye söylüyorum..."
"Dinliyorum..." Beni ağlacaktı belli, bunu istiyordu. Öylede oldu. Konuşmaya başladığı an, elimi ağızıma bastırdım.
"Ali sen gidince bana ne dedi biliyor musun? Yaşayamıyorum dedi bana. Çocuk ölü gibi dolanıyor. Yemek yemiyor. Ergenler gibi, zar zor dışarı çıkıyor. Konuşmuyor. Bunların hepsi sen gittiğinden beri olan şeyler, düşün yani. Ayrıca sen gideli daha 24 saat bile dolmadı."
"Nazlı... Ben yapamam. Gelemem. Özür dilerim ama yapamam. Ali'yi görmeye cesaretim yok." dedim ve az daha konuştuktan sonra telefonu kapatıp, kendimi ağlayarak uyuttum.Sabah kalktığımda, evi hemen benimsediğimi fark ettim. Yabancılık çekmedim. Hatta Rucan teyzeye kahvaltıda yardım ettim. Onlara özel omletimden yaptım.
"Selin'im bir zahmet gidip, Çiğdemi uyandırır mısın? Sürpriz yapmış olursun."
"Hemen gidiyorum."
Çiğdem'in odasına ulaştığımda, kapıyı yavaşça açtım, sonra bir hücumla kızın üstüne atladım.
"ÇİĞDEEEEM!"
"Hı? Selin?" dedi gözlerini ovalarken.
"SELİN?!" dedi yine, galiba geleceğimden haberi yoktu.
"Ben geldiiiim."
"Ama sen? Ben birşey mi kaçırdım?"
"Evet canım, abin gelip beni aldı, dün akşam geldik ama sen yatıyordun."
"Şey... H-hoş geldin."
"Hoş buldum," dedim gamzelerimi iyice belirginleştirerek. "Hadi uykucu, kahvaltıya."
"Geliyorum."
Herkes aşağı indiğinde, kahvaltıya başladık. Çiğdem ve Rucan teyzenin arasındaki gerilim, tüm masayı sardı.
"Ee? Omletim nasıl olmuş?" dedim sessizliği bölmek için. Herkesten tam not alınca, yeniden kahvaltıma döndüm.
Burası şimdiden bana yaramıştı.
Kahvaltıyı topladıktan sonra giyinmeye çıktım. Ali'nin değimlerine göre 'açık' bir üst alıp geçirdim üstüme. Makyajımı'da görünmeyecek şekilde tamamladıktan sonra son bir kez baktım aynada kendime.
"Uğur, beni nereye götüreceksin?"
"Çok az işim var. Yarım saat falan sürer. Halledeyim, sonra nereye istersen."
"Tamam, o zaman ben odamdayım."
Odama yeniden çıktıktan sonra telefonum çaldı.
Ali görüntülü arıyordu. Önce açmadım, ama ısrarla çalmaya başladı.
"Ali?"
"Selam." dedi sırıtarak. Valla hiçte dağılmış görünmüyordu.
"Selam."
"Orada hayat nasıl?"
"Şimdilik iyi." dedim bende, tırsarak. Bana öyle bakıyorduki, sanki her an patlayacakmış gibi.
"İyi, iyi. Uğur nasıl? Şu çocukluk aşkın olan."
Çocukluk aşkı mı? O nereden biliyor..? Ah Nazlı. OFFF. Ben birşey biliyorum da anlatmıyorum.
Ama yinede emin olmak için, sordum.
"Sana kim söyledi?"
"Nazlı." dedi gülerek.
"Sen sarhoş musun?"
"Ben senin aşkından sarhoş oldum kızım."
"Ali neredesin sen?"
"Ben hav- ben şeydeyim, bilmiyorum neredeyim. Kafe gibi biryer herhalde."
"Emre yok mu?"
"Yok. Gelmesinde zaten."
Konuşmayı iyice ilerlettikten sonra, Ali'nin yanına birisi oturdu. Kameranın ucundan gördüm.
Sarışın bir kadındı. Kırmızı ruju vardı galiba. O kadın mı? O konserde gördüğümüz o şırfıntı?
"Ali kim var yanında?"
Ali hiç utanmadan, kamerayı yanındaki sarı çıyana uzattı. Donakaldım. O şırfıntı da hiç beklemeden Ali'yi yanağından öptü. Yutkunduktan sonra, birşey demeden telefonu suratına kapattım.
Kendi kendime söylenmeye başladım.
"Dağılmışmış. Hani nerede? Ali beyimizin keyfi yerinde valla. Şırfıntılarla, çakma sarışınlarla gezmeye başlamış!"
Valizin en dibindeki resmi çıkartıp, uzun bir süre boşluğa bakar gibi baktım.
Salak... Bekle döneyim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Gökyüzü
Roman pour AdolescentsAli ve Selin iki küçük çocuk gibiler, ikiside hoyrat, ikiside masum... Güneşin Kızları'dan #AlSel'in aşk dolu hikayesi sizlerle. Umarım beğenirsiniz, beğenilerinizi, ve yorumlarınızı atmayı unutmayın.❤️❤️