'Unuturum seni Mavi."

660 40 11
                                    

Selin Yılmaz

Mağazadan çıkınca soğuk hava bir anda yüzüme çarptı ve irkildim. Poşetten, aldığımız beyaz bebek tulumunu kaldırdım havaya. Gözlerim doldu.
"Benim bebeğim şimdi bunu mu giyecek?" dedi gülerek.
"N'olmuş? Yeğenim en iyilerine layık."
En kötü günlerimden birini saydığım günde bile beni güldürdüğü için yanağına masum bir öpücük kondurdum.
"Teşekkür ederim."
"Vazifemiz Selin Hanım." deyip yürümeye başladı.
"Ama Batuuu," dedim olduğum yerde durarak. "Az daha yürürsek bacaklarımı keseceğim!"
"Tamam tamam. Gel şurada bir kafe var, oraya gidelim."
Batu'nun beni yönlendirdiği yoldan devam etmeye başladık.

Girdiğimiz kafede herkes kendi işini kendisi görüyordu.
"Ben bir çay alacağım." dedim ve sıraya girdim. Batu'da kahve alacağı için başka bir sıraya girdi.

Önümde beş kişi olduğu için, düşünce havuzuma dalmak istedim.
Ali acaba ne yapıyor? Söylemeli miyim? Saçamlama Selin! Söyle! Babası sonuçta... Ama... Gitti ki o. Gelecek mi peki? Seviyor mu hâlâ beni? Seviyorsa neden bıraktı? Sevmiyorsa neden bana aşık olduğunu söyledi? Söylemeyeceğim bebeği. Saçmalama Selin! Salak. Söyleceksin tabii. Ama ne zaman? Umurunda olcak mı?

Önümdeki sarışın yabancı kadında çayını aldıktan sonra beyaz bir fincan alıp bende kendime bir çay doldurdum. Bardakların yanında duran şekerdende bir tane attıktan sonra fincanı alıp masaya doğru ilerledim. Batu çoktan masaya geçip kahvesini yudumlamaya başlamıştı. Önümden bir anda küçük bir çocuk geçince, panik yaparak bir kaç adım geri gittim, fincanı sıkıca tutarak.
"Ay ay ay!"
Dengemi yeniden sağladımda, saçlarım önüme düştüğü için kafamı sallayıp kaldırdım. Etrafıma baktım bir kaç defa, sonra... Gözlerim kapıya takıldı. Altın rengi saçlı, içinde kaybolacağımı bildiğim masmavi gözler, kedi gibi bir gülümseme, gül kurusu dudaklar, kusursuz bir burun...

#Sertab Erener~ Unutursun için yana yana#

"Hayır," dedim kendime. "Hayır şimdi değil."
O kişi bir kaç adım attı ama kapı girmesine engel oldu. Tek elini kaldırıp prensesine kavuşacak bir prensmiş gibi kapıyı açtı ve içeri girdi. Yürümeye devam etti. İçim yanmaya başladı.
"Ali, hayır..." dedim hiç kimsenin duyamayacağı kadar kısık bir sesle.
İçim yanmaya devam etti. Boğazımda bir yumru hissettim. Gözlerim doldu. Avuçlarım terledi. Bacaklarımdaki kemikler artık beni taşıyamayacakmış gibiydi. Sanki küçücük bir kutunun içine tıkılmış gibiydim. Nefes alamadım. Alan dar gelmeye başladı. Elimdeki fincanı tutmakta artık ciddi anlamda zorluk çekiyordum.

"Selin?" dedi o ses. O ses. Aşık olduğum ses. Sonsuza dek dinleyebileceğim bir sesti. Gözlerimi kapadım.
Ali'nin tam karşımda durduğunu anladım, çünkü nefesini hissediyordum. Anında nefesimi tuttum. Ellerimde artık fincanı tutacak güç kalmamalıydı ki fincanı yere düşürdüm. Ama ikimizinde umurunda olmadı.
Olmaz! Şimdi değil!
Gözlerimi hafif araladım.
"Ben geldim Selin." dedi yanağımı avucunun içine alarak. Öyle kalmak istedim. Sonsuza dek orada o şekilde kalmak istedim ama eskiden huzur bulduğum ellere artık kırgındım.
"Ben geldim Selin'im," deyip bana iyice yaklaştı. Ölmek istedim. Kafasını uzattı... Burnu burnuma değdi. Nefesi nefesime karıştı. Gözlerimi yeniden kapattım. Beni öpmek için bir hamle yaptığında,
"Git," dedim. "Geldiğin gibi git."
Gözlerimi yeniden açtım, ve elleri arasından sıyrıldım.
"Git ne olur git." diye tekrarladım.
Kendime yine yenik düşmek istemiyorum. Git.
"Ne?" diyiverdi Ali.
Yanaklarımdaki yaşları sildim ve saçımı düzelttim. Sesimi düzelttim, ve dik bir duruş sergiledim karşısında.
"Git."
"Selin ben sana geldim. Ne diyorsun sen?"
"Git Ali git." dedim sesimi yükselterek.
"İstemiyorum seni artık."
Yanından geçerek masaya ilerleyip çantamı aldım ve kafeden çıktım. Ancak kafeden çıktığımda yağmur yağdığını anladım.

"Bir kere daha hayatı bana zindan edemezsin!" dedim kendime.
"Seviyormuş gibi yapıp bir anda çekip gidemezsin!"
Boş sokakta tek başıma yürüdüğümü sandığımda Ali bir anda karşımda belirdi.
"Selin, bir dur bir dinle."
Yanından yeniden geçmek için bir hamle yaptığımda beni eliyle durdurdu.
Pes edip karşısında durdum.
"Ne var?"
"Ne demek ne var? O kafedeki halin neydi?"
Ellerimi göğüsümde birleştirdim ve yağan şiddetli yağmur nedeniyle gözlerimi kıstım.
"Kafedeki halim neydi, öyle mi?"
İşaret parmağımı Ali'nin göğüsüne bastırdım.
"O senin beni getirdiğin hal. Anladın mı? Aldın mı sorunun cevabını? Şimdi izin verirsen gideceğim."
"İzin vermiyorum." dedi kaşları çatık bir şekilde. Sarı saçları kahverengi olmuştu ıslandığı için. Mavileri şaşkındı. Gülüşü solmuştu. Dudakları kıpkırmızı olmuştu. Burnunun ucu soğuktan kızarmıştı.
"Selin bana herşeyi anlat. Hemen. Şimdi burada."
Yağan yağmur ikimizide sırılsıklam etmeye yetiyordu.
"Neyi anlatayım?" dedim kollarımı açarak.
"Bana nasıl beni sevdiğini söyleyip, yüz üstü bıraktığını mı? Neyi anlatayım Ali?!"
"Selin," dedi. Ama ben konuşmasına izin vermedim.
İşaret parmağımı yeniden göğüsüne bastırdım. Yeniden ağlamaya başladım, ama bu sefer kendimi durdurmak gibi bir niyetim yoktu. Görsün istedim. Beni ne kadar yaraladığını görsün ve acı çeksin istedim.

"Bak Mavi, sen bana beni sevdiğini söyleyip beni havaalanında bırakan alçağın tekisin artık... Sen yalancı herifin tekisin! Odunsun! Pisliksin!" deyip yumruk atmaya başladım göğüsüne, fakat Ali beni durdurmak yerine birşey yapmadan şaşkın bir şekilde beni izlemeye karar verdi.
"Alçak! Yalancı! Numaracı! Gerizekalı! Aptal! Ben senin için neyim ya? İstediğin zaman ait olacağın, istemediğin zaman peçete gibi bir kenara fırlatacağın kız mıyım? Söyle Ali! Birşey de! Birşey de! Allah kahretsin birşey de!"
"Selin ben özür dilerim."
Histerik bir gülüş sergiledim.
"Bu kadar mı? Özür diledin. Ne yani, şimdi bende affedeceğim, öyle mi? Ya ben seni artık unutmak istiyorum Ali!"
Ali hâlâ karşımda sessiz vaziyette duruyordu.
Ya birşey de salak!

Ben bağırınca Ali'de bağırmaya başladı.
"Beni unutmak mı istiyorsun?!"
"Evet!" dedim ıslak pantolonuma vurunca.
Ali bu sefer sesinin tonunu alçalttı ve bana yaklaştı.
"Kolay mı peki?"
"İçim yansada, ölmek istesemde, unuturum Ali Mertoğlu."
Kafamın arkasını tutup beni kendine çekti. Korktuğum şeyi yeniden yaşadım. Nefesi nefesime karıştı. Avuçlarım terledi. Sonsuza dek kalabileceğim bir yerdeyken oradan kaçıp gitmek istiyordum. Ali yaptığı ani bir hamleyle dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Yağmurdan dolayı ıslanan nemli saçlarımı taradı. Daha fazla karşı koyamayıp bende bir kere öptüm ve sonra uzaklaştım.
Ali gözlerini araladı.
"Bu öpücüğü unutmak, bizi unutmak kolay mı?"
"Kolay değil... Ama imkansız da değil." deyip yanından ayrıldım.

Unuturum. Ne var ki bunda? Altı üstü bir adam yani... Evet salak Selin. Hayatını adadığın bir adam, sevdiğin adam, aşık olduğun adam... Uğuruna öleceğin adam... Bebeğinin babası.

Yağmur daha fazla hiddetlenince adımlarım hızlanmaya başladı. Daha önce hiç girmediğim bir sokağa girdiğim zaman nereye gideceğimi bilmiyordum. İşte o zaman kaybolduğumu anladım. Tıpkı Ali'nin gözlerinde kaybolduğum gibi. Köşede duran banka oturup karnımı sıkıca tuttum. Yüzüm daha fazla ıslanmasın diye kafamı eğdim önüme ve ağlamam arttı.

"Unutacağım seni, içim yansada unuturum Mavi..."
 

Bölüm sonu...
'Sen Sevda Mısın?' adlı kitabımda üçüncü bölümü yayınladım! Okursanız çok sevinirim. Hem bu hikaye hemde diğer hikayem için vote ve yorumlarınızı bekliyorum... Görüşmek üzere!👋🏼

Mavi GökyüzüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin