Önce Sen Adım At

227 52 14
                                    

"On dakika içinde bu kâğıdın üstünde iki şeyden birini göreceğim: Ya imzanı, ya da beynini!"

Baba Filminden


Hayır canım! Neden siz atacaksınız? O atsın!

Oldu mu şimdi? Kitap boyunca bu kadar şey söyledikten sonra yakıştı mı bana?

Ama ben sizin tarafınızı tuttuğum için söyledim bunu. Fakat siz yine de bu söylediğimi çok ciddiye almayın. İlk adımı atan hep siz olun. İlk adımı atan tarihe geçer. Bakın Neil Armstrong aya ilk adımı attı ve karizması zirvede. Şimdi ben çıksam aya, kimse umursamaz bile. İlk adımı atın ki, diğerlerinden bir farkınız olsun.

İlk adımı atmak zordur. Her konuda zordur. Bir polis için, ihbar edilen eve girerken atılan ilk adım, bir itfaiyecinin yanan evin içine attığı adım, yüzmeyi öğrendikten sonraki ilk deneyiminiz... İlk adımı atmak zordur. Bu nedenle, ilk adımı hep cesurlar atar. Korkaklar ise, hep ikinci adım atan kişi olmak isterler.

Kitabın bu kısmına kadar hep kişisel gücümüzden, kendimize olan güvenimizden ve daha mutlu olmak için yapmamız gereken şeylerden söz ettik.

Eğer bütün bunlardan sonra, "Bana ne... O atsın ilk adımı" derseniz, külahları değişiriz, ona göre...

İlk adımı cesurlar atardı değil mi? Aşk da cesaret gerektirmiyor mu? Sevgi cesaret olmadan yaşanır mı? İş dünyasında korkaklara yer var mı? O halde neden ilk adımı başkalarından bekliyoruz?

Ne diyordu "Carpe Diem" felsefesi bize? "Yaşadığın günü kavra. İçinde bulunduğun zamanı ölümsüz yap"

Peki, bunu şimdi yapmayacaksanız ne zaman yapacaksınız? Eğer bunu siz yapmayacaksanız kim yapacak?

O halde beklemek niye? Daha ne kadar bekleyeceksiniz? Beklemekle kaçırdığınız ve farkında bile olmadığınız fırsatlar size slayt şeklinde izletilse, herhalde başınızı duvarlara vururdunuz.

Daha ne kadar fırsatı kaçıracağız? "Önce o adım atsın" diye ne kadar bekleyeceğiz? Ne olur siz atsanız o adımı?

"Gurur" dediğimiz saçma icat, bize yaşamda neler kaybettiriyor düşündünüz mü hiç? Gurur ve Onur, tamamen farklı kavramlardır. Onur kişiliğimizle ilgilidir ama gurur genellikle davranışlarımızla...

"Sen benim paltomu nasıl oraya asarsın?" gibi bir saçmalık paltoya yapılan davranışı kişiselleştirmekten başka bir şey değildir. Zaten çok nadiren kişiliğimizle ilgili saldırılarla karşılaşırız. Genellikle mesele haline getirdiklerimiz küçücük ve anlamsız şeylerdir.

Bir lahana yüzünden töre cinayetleri çıkar mı? Eğer istersek bal gibi de çıkar. "Sen bizim lahanamıza nasıl..." diye başlayan konuşmalar, kan davalarına dönüşebilir. İnsanlar kuşaklar boyunca birbirini bu yüzden öldürürler ve "Sizin karşı tarafla ne alıp veremediğiniz var?" diye sorsanız, çoğu kan davalı taraf bunun cevabını bile veremez!

Ne gerek var bütün bunlara? Bırakın ve haklı çıksınlar. Bırakın, ilk adımı sizin atmanızın zevkiyle dört köşe olsunlar. "Nasıl da ilk adımı ben atmadım" diye mezdeke oynasınlar. Bu defa onlar kına yaksınlar diledikleri yerlerine. Önemli mi?

Yaşamda önem verdiğimiz konular bunlar mı olmalı? Yerdeki fayanslar hakkında yapılan bir sohbetin, "Sen ne anlarsın fayanstan?" diye kavga ile bitmesi hoş mu? Önümüzdeki otuz yıl boyunca, "Seni fayans düşmanı seniii" diye nefretle dolmak ne kadar da anlamsız.

Alt tarafı bir fayans işte... Anlasan ne olur, anlamasan ne olur? Fayans kırıldığında değiştirirsiniz ama insanların kalbini kırdığınız zaman ne yazık ki yedek parçası bulunmuyor.

Bir insanın kalbini kırmak, başka birisine nasıl mutluluk veriyor, hayatım boyunca anlamamışımdır. Bir insan, nasıl başka birini mutsuz eder? Eminim siz de benim gibi düşünüyorsunuzdur.

Hayatım boyunca kavgadan, tartışmalardan ve bu kitapta söz ettiğim bütün olumsuzluklardan uzak durdum. Bütün bunlar bana çok gereksiz ve boş şeyler gibi gelirdi. Hem de kavgadan gürültüden geçilmeyen ortamlarda büyüdüğüm halde. Bu durumu arkadaşlarım da fark etmişlerdi. Benim kimseyle kavga etmiyor olmam, onlara tuhaf geliyordu. Sırf benim nasıl kavga edeceğimi görmek istedikleri için, bir arkadaşımla şakacıktan da olsa kavga etmemi istediler. O kadar zordu ki... Ne diye kavga edeceğimi bilemedim. Arkadaşım benim omzuma eliyle vurdu, ben onun omzuna... Yapamadık! Gülüyordum çünkü. Çok saçma geliyordu.

Bugün de saçma gelir. Elbette çok büyük tartışmalara girdiğim oldu. Zaman zaman sesimi çok yükselttiğim anlar da yaşadım ama bunları aynen size anlattığım gibi kontrollü bir şekilde yönetmeyi başardım. Fakat bunlar bile, bir elin parmaklarını geçmez.

Biraz daha bu gözle baktığınızda, kavgaların büyük çoğunluğunun ne kadar gereksiz olduğunu görürsünüz.

Bizler hakkımızı sonuna kadar arayan, kendine güveni olan ve kendini ezdirmeyen insanlar olmalıyız.

Tüm bunları yapmak için de kavga, tartışma ve bunun gibi şeylere değil, duygularına hâkim olmaya ihtiyacımız var...

Mutsuz Olmak Günahtır - (Raflarda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin