Ona, onu görmek istediğimi söyle.
Ona, boks eldivenlerini giymesini söyle!
The Awful Truth Filminden
Sorunlardan kaçtıkça, onların daha da büyüdüklerini hepimiz biliriz. Ben bu durumu çocukluk yıllarım boyunca sıklıkla yaşamıştım. Pek çok çocuk gibi ben de karanlıktan korkardım. Bununla yüzleşmek kâbus gibi bir şeydi benim için. Gece tuvalete kalkmamak için saatler öncesinden bir şey yiyip içmezdim. Ama olur ya buna gerek duyarsam, o zaman annemi ya da ablalarımı uyandırırdım.
Bazen de tek başıma giderdim tuvalete. Duvarlara sürünerek, önce lambayı yakmak için düğmeyi arar bulurdum. Işığı yakardım fakat yine de tedirginliğim bitmezdi. Sonra yatağıma gitmek üzere tekrar koridora doğru ilerlerdim. Işığı kapatmam gerekirdi ama kapatırsam, yatağa ulaşmak için dört ya da beş metrelik bir mesafeyi karanlıkta geçirmek zorunda kalma fikri beni mahvederdi... Lambayı kapatmak üzere anahtarın yanına yaklaştığım zaman derin bir nefes alırdım. Ardından, sanki bir maraton koşucusunun start anını beklediği gibi; bir ayağım önde, elim düğmede ve gözüm ileride hazırda beklerdim. Üç... İki... Bir ve ormanda koşan bir çita gibi adeta uçarak yatağıma fırlardım. Çoğu zaman karanlıkta hızla koşarken bir yerlere çarptığım bile olurdu.
Sonra zamanla komik gelmeye başladı bu durum. Çok saçma bir şey yaptığımı fark ettim. Karanlıkta ne oluyordu ki? Ev yine aynı evdi, koridor aynı koridor. Değişen tek şey ışıktı. Karanlıkta bir yerlerden bir şeylerin geleceğini düşünüp korkuyordum. Ülkemizde "Öcü" diye bilinen, literatürde bir karşılığı olmayan ve ne olduğu bilinmeyen saçma sapan bir şeyden korkuyordum.
"Öcü..." neydi öcü? "Öcüler gelir seni kaçırır" Peki, ne yapacaklardı ki beni kaçırınca? Hem siz, öcüler tarafından kaçırılan birine dair bir haber duydunuz mu hiç?
"İyi akşamlar sayın seyirciler. Yozgat'ta bir çocuk öcüler tarafından kaçırıldı. Konuyla ilgili bir açıklama yapan Hatay Valisi, öcülerin en kısa sürede yakalanıp adalete teslim edileceğini söyledi"
Her neyse, öcüleri araştırmaya başladım sonra. Bir dedektif gibi "Öcü" avcılığına başladım. Pusuya yattım. Ama tek bir öcü bile çıkmadı karşıma. Öcünün, ya da adına ne derseniz deyin o şeyin, zihnimizin içinde var ettiğimiz bir hayalden başka bir şey olmadığını anladım sonra. Bir şeyden korkmaya kararlıysa insan; öcüden, hayaletlerden, sınavlardan, kaybetmekten... Her şeyden korkabilir.
Sonra bir gece karanlıkta kalktım ve tek başıma koridorda yürümeye başladım. Her şey normaldi. Hiçbir tuhaflık yoktu ortada. Yürüyerek tuvalete kadar gitmeyi başardım. Hiçbir şey olmamıştı. Sonra çıktım, lambayı kapattım ve yatağıma yattım. Evde her şey gündüz nasılsa, gece de aynen öyleydi. Yüzleşmiştim! Yüzleşince de, korkularım tamamen kaybolmuştu.
Konu karanlıkta yürümek, suya atlamak, imkânsızı başarmak, birisine hislerinizi açmak... Ne olursa olsun, üstüne gitmediğiniz zaman karşınızda hayali öcüler bulacaksınız... Kaçtıkça sizi takip etmeye devam edecekler.
Zor zamanlarda hayatta kalmakla ilgili okuduğum ilginç bir kitapta, "Ormanda karşınıza ayı çıkarsa ne yapmalısınız?" gibi bir başlık vardı. Yazar çözüm olarak şunu öneriyordu. "Eğer kaçarsanız, hiçbir şekilde kurtulamazsınız. Yüksek bir kayaya çıkın, ceketinizi kabartın, kendinizi normalden daha büyük gösterin ve ayıya kükreyin..." yazara göre, ayıdan kurtulmanın tek yolu işte buydu.
Şükürler olsun ormanda karşıma ayı çıkmadı, çıkmasını da istemem. Yaşam yolculuğumda o ayılarla -elbette mecazi anlamda, pek çok kez karşılaştım. Ben ne zaman bir şeyden kaçtıysam, kaçtığım şey beni anında esir almıştır. Ama ne zaman bir korkumun üstüne gittiysem, o korkum artık tarihe karışmıştır.
Tüm zorlukların üstüne gidin! Cesur bir şekilde kendinizi zorlukların içine atın. Bundan korkmayın. Liderler, savaşçılar, dehalar hep bunu yapmışlardır. Tarihimize bir bakın. Hangi savaşta kaçmışız? Bırakın kaçmayı, kendimizi yağmur gibi üstümüze gelen kurşunların önüne atmışız.
Akif diyor ya, "Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın..." siper etmişiz gövdemizi ve bu cennet vatanı korumayı başarmışız.
Ya korksaydık? Mustafa Kemal düşman gemilerini boğazda gördüğünde, "Geldikleri gibi giderler" değil de, "Eyvah! Geldiler!" deseydi. Bu sözü ağzımıza almak bile ne kadar anlamsız ve saçma geliyor değil mi? Bunu hayal bile edemiyoruz.
"Geldikleri gibi giderler..." işte zorluklar karşısında tarihten almamız gereken en büyük derslerden biri budur! Karşınıza bir zorluk çıktığı zaman, Mustafa Kemal'in size, "Merak etme! Geldikleri gibi giderler" dediğini duymaya çalışın. Bunu kulağınıza, gayet kendinden emin bir sesle fısıldadığını hayal edin.
Parasal zorluklar mı yaşıyorsunuz? Emin olun o zorluklar, "Geldikleri gibi giderler..."
Sizin ve ailenizin üzerinde kara bulutlar mı dolaşıyor, merak etmeyin... "O bulutlar geldikleri gibi giderler..."
Umutsuzluk sizi esir mi aldı? Sizi temin ediyorum ki; "Geldikleri gibi giderler..."
Ve gidecekler...
Yeter ki siz, cesaretle ve kararlılıkla onların karşısına çıkın. Ormandaki ayıyı hatırlayın. Kabartın ceketinizi ve güçlü bir şekilde onun gözlerinin içine bakarak kükreyin!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mutsuz Olmak Günahtır - (Raflarda)
NonfiksiBu kitap, Mustafa Çay'ın yıllardır çok satan kitabı Mutsuz Olmak Günahtır'ın kısa bir özetidir. Hikayenin tamamını içeren basılı kitabı, tüm kitapçılardan ve internet satış sitelerinden temin edebilirsiniz. Kitabın Arka Kapak Yazısı: Mutsuz Olmak...