Bölüm 4- Yeni Diyarlar

8K 562 49
                                    


  Lai gözlerini açtığında gördüğü manzara karşısında nefes almakta zorlandı. Yılın bu ayında sokaklarını tüccarların ve festivallerin doldurduğu Stin Şehri'nin yerinde, artık kül dolu simsiyah topraklar ve havadaki kan kokusundan başka hiçbir şey kalmamıştı. Güneş adeta yaşananların etkisiyle bir köşeye çekilmiş ve yerini bulutlara bırakmıştı. Günün bu zamanında ışıl ışıl olan şehir artık şehir denilemeyecek harabelerden başka hiçbir şeyi barındırmıyordu. ''Bu insanlar nereye gitti?'' diye düşündü kendi kendine Lai. Ayağa kalktı ve harabeleri tek tek aramaya başladı. Lakin işin garip yani ortalıkta tek bir insan vücudu bile yoktu. Ve Lai, tam o anda sabah yaşananları yavaş yavaş hatırlamaya başladı. Gözlerinin kenarlarından süzülen yaşlara hakim olamıyordu. Babasının son kelimeleri aklına gelince dizlerinin üstüne çöktü ve acı dolu bir şekilde gökyüzüne doğru bağırdı. Annesinin öldüğünü görememişti bile. Hiçbir şey kalmamıştı geriye ailesinden. Balkonunda buzlu çay içip, kitaplar okuduğu evi artık moloz yığınından başka bir şey değildi. Sabahları anne ve babasıyla kahvaltı yaptığı salonlarında bulunan birkaç eşya parçası ortalığa saçılmıştı. Sanki her geçen saniyede kalbine hançerler ve kılıçlar saplanıyordu. Acı içerisindeydi. ''Neden'' diye düşündü. Haklıydı. Neden bunlar onun başına gelmek zorundaydı ki? Ne yapmıştı bu hayatta? Daha gençliğine bile adım atmamıştı. Henüz 12 yaşında kendi kendine kitaplar okuyarak ve ailesiyle vakit geçirerek yaşayan bir çocuktu. Bunları hak edecek ne yapmıştı? Bu soruları kendine sorsa da içten içe bildiği bir şey vardı. Artık bu hayatta tek başına yaşamak zorundaydı. Gözlerini silerek ayağa kalktı. Pek hasar görmemiş, yaklaşık 30-40 cm civarında iki moloz parçasını alarak toprağa dikti. Üzerlerine Lelia Cloud ve Lax Cloud yazarak bir süre taşların yanına uzanarak gözlerini kapadı. Bu yaşadığı duygulara anlam veremiyordu. Her şey çok ani gelişmişti. Bir sabah gökyüzünü izlerken birden şehre gelen 2 adam yüzünden ailesini kaybetmişti. Ne yapacağını bilemiyordu. Ama yaşamak zorundaydı. Ailesi ve kendisi için bu hayatı sonuna dek yaşamak zorundaydı. Bu yüzden bütün gücünü toplayıp evine doğru ilerledi. Tek başına nasıl yaşayacağı konusunda kafasında bir sürü soru vardı ancak bütün bunlara rağmen işine yarayacak birkaç eşya parçasını sırt çantasına koyup doğu yakasına doğru yola çıktı.

  Yaklaşık 5-6 saattir yürüyen Lai arkasına dönüp, eskiden Stin Şehrinin olduğu boşluğa doğru baktı. Artık hayatının eskisi gibi olmayacağını biliyordu. Lakin korkmuyordu, bu hayatı sonuna dek yaşamaya kararlıydı. Ufak bir ormanın derinlerine doğru ilerlerken, havanın kararmaya başlamasıyla birlikte geceyi geçirecek bir yer aramaya başladı. Bir süre daha ilerledikten sonra ufak bir mağara bulup geceyi orada geçirmeye karar verdi. Çevreden topladığı dal parçalarıyla bir ateş yaktı ve evden getirdiği pirinçleri pişirmeye başladı. Yemeğini yedikten sonra uyumaya karar vermişti ancak tam o sırada mağara duvarlarında daha önce görmediği, ışıltılar saçan sembolleri fark etti. Ayağa kalktı ve sembolleri incelemeye başladı. Sembollerin ilkinin altına ufak harflerle bir şeyler kazınmıştı. Lai biraz daha dikkatli bakarak yazılanları okumaya başladı.

'' Bir, Hiçlikten gelir. İki de, Bir'den doğar. Her şey ise İki'nin, yani iki kutubun, Yin ile Yang'ın tükenmeyen, değişen ve dönüşen sarmal döngüsünün ürünü olarak ortaya çıkar.''

Yazılanları okuduktan sonra Lai'nin aklına gelen ilk şey eski okuduğu kitaplardaki Taoist öğretilerdi. Bu öğretilere göre evrenin temelini yin ve yang terimleri oluşturuyordu. Bu iki terim birbirleri içerisinde sürekli bir denge halindeydi. Yin alçalan sarmal ve karanlığı ifade eden terim, Yang ise yükselen ve güneşi ifade eden terimdi. Üstündeki sembole baktığında bir dairenin içerisinde beyaz ve siyah sarmalların birbirlerini kovaladığı bir döngü gördü. İşte bu Yin'in ve Yang'ın döngüsüydü.(1)

LaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin