Lai, genişlettiği delikten içeri daldığında, önünde uzanan binlerce taş binanın ve etrafa parlak ışıklar saçan gizemli objelerin görüntüsüyle karşılaşmıştı. Vice'ın yardımıyla boşluğun içine giren Bran de ona benzer bir şaşkınlık yaşıyordu.
Daha önce sembollerin, göründüğü kadar basit ve yüzeysel kavramlar olmadığını bilen Lai, bir süre binaların üstündeki sembolleri incelemeye çalışsa da aklında bu sembollere dair bir bilgi olmadığını fark etmişti.
Geçen yılların etkisiyle yosunlarla kaplanan ve sarmaşıklarla çevrelenen binalar, ilk bakışta Lai'ye pek çekici gelmemişti. Bunun sebebiyse binalardan yayılan ve daha önce Lai'nin karşılaşmadığı gizemli bir auraydı. Bu aura o kadar kalın ve kasvetliydi ki, Lai bir an için kendini ölümün kıyılarında gezerken hissetmiş ve başını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalışmıştı. Vice ve Bran ise trans benzeri bir duruma geçmiş bir şekilde etraflarına bakıyorlardı.
''Zemine inelim.''
Lai boğuk bir sesle konuştu ve hemen ileri atıldı. Kasvetli aura onun bu kalıntılarla ilgili fikirlerini epey bir değiştirmişti. Burada muhtemelen daha önce gördüklerine benzemeyen ve materyallikten ziyade ruhani ve belki de enerji formunda bir oluşum yer alıyordu. Yine de Lai, hemen bu fikre kapılmamış ve meseleyi ertelemeyi düşünmüştü.
Ayakları zemine ulaştığında, toprak yerine bir avuç çalıya bastığını görünce sessiz bir çığlık attı. Sarmaşıkların ve yosunların güneş ışığı gerektirmediğini bilse de ayaklarının altındaki çalılarda, daha önce görmediği birkaç bitkiyi görmüştü. Başını kaldırdı ve etrafı süzmeye başladı. İşin ilginç yanı binaların üstündeki sembollerin etrafa yaydığı ışık hüzmeleri o kadar parlak ve yoğundu ki Lai gözlerini kullanarak her şeyi görebiliyordu.
Papatyalar, manşineller, tatulalar ve kemikotları... Normalde, doğanın tesadüfi sayılabilecek kombinasyonlarıyla yeşeren bu bitkiler, Lai'nin önünde uzanan bahçe benzeri yapıda boy vermişti. Lai aklında bu bitkilerin güneşten yoksun bir şekilde nasıl yetişebildiklerini düşünürken gözleri, bahçenin ait olduğu taş binaya dikildi.
Binanın giriş kapısından eser yoktu, zaten katlarından birkaç tanesi de yıkılmış ve moloz parçaları etrafa saçılmıştı. Lai etrafa saçılan moloz parçalarını incelediğinde bu parçaların doğal bir felaketten ya da büyük bir patlamadan dolayı yıkılmadığını hemen anladı. Her biri pürüzsüz ve düz sayılabilecek kenarlara sahip olan molozlar, Lai'nin düşüncelerine göre kılıç darbeleriyle kesilmiş ve bina geçmişte yaşadığı bu tecrübede birkaç katını kaybetmişti.
Peki ya kılıç darbeleriyle kesilen bu molozların şaşkınlığa sebebiyet vermesinin nedeni neydi?
İşte bu neden tabii ki de molozların, ölümlü insanların kullandığı basit malzemelerden yapılmamasıydı. Yarısı yıkılan katlarla kaybolmuş yarısı da varlığına bir şekilde devam etmeyi başarmış olan ve etrafa parlak ışık hüzmeleri saçan sembol, büyük olasılıkla binayı oluşturan formasyonun merkez parçasıydı; lakin binanın aldığı kılıç darbeleri, böylesine gizemli bir formasyonu yıkabilecek düzeyde güçlü olduğundan, Lai ağzının sonuna kadar açılmasına engel olamamıştı.
Taş binayı bir kenara bırakıp ilerlemeye devam eden üçlü, Yi Tepesi'nde bahsi geçen 'Doğayla iç içe olan bir şehir...' kavramının tam olarak ne anlama geldiğini gözleriyle görüyordu. Yosunlarla, sarmaşıklarla ve bazen de devasa bir ağaçla kaplanan taş binalar, her ne kadar kendi istekleri dışında bu durumlara zorlanmış olsalar da dışarıdan onları izleyen üçlü için bu görüntü oldukça enteresan ve keyifliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lai
FantasiDüzenin ve karmanın sarsılmaz bütünlüğünün evreni gözettiği zamanlarda, kendilerine Taoist diyen kişiler ölümsüzlüğü elde etmek adına bir yolculuğa çıkarlardı. Cennet'in buyruğu altında sayısız teste tabi tutulan ve bu uğurda zaman zaman can veren b...