''Görebiliyordum tabii! Niye göremeyecek mişim?''
Lai başını iki yana salladıktan sonra birkaç kelime söyledi ve arkasında duran ikiliye doğru bir bakış savurdu. Arkadaşlarının onca zamandır bir tepki vermemiş olması Lai'ye, Vice'ın ve Bran'in bu kadını göremediklerini anlatır nitelikteydi. İşte bu yüzden Lai, aklında bu kadının tam olarak nasıl bir varlık olduğunu düşünüyor ve ne yazık ki bu düşünceleri elle tutulacak yerlere varmıyordu.
Kendini zorla da olsa toparlayan kadın, uzun zamandır birileriyle konuşmamıştı. Daha doğrusu konuşamamıştı! Kalıntıların içine hapsedilen ruhlardan yalnızca biri olan bu kadın, geçmişte birçok erkeğin gönlünü çalan ve yaşadığı dönemde bitkiler üzerinde geniş araştırmalar yapmış bir insandı. Bu araştırmaları onu bitkilere yaklaştırmakla kalmamış, kendisine toplumda büyük bir yer de edinmişti.
Peki ya nasıl bu hale gelmişti?
İşte bu soru belki de kızıl saçlı kadının yani Aeren'in cevaplamak istemeyeceği yegane soruydu. Ne zaman geçmişte yaşanan o faciayı hatırlasa tüyleri diken diken oluyor ve atıp atmadığını bile bilmediği kalbi garip bir şekilde ağrımaya başlıyordu. O saldırıda kaç arkadaşını ve yoldaşını kaybetmişti? Kalbindeki yük geçen zamanla birlikte azalacağı yere çoğalmış ve kadının bütün düşünceleri geçmişte takılı kalmıştı.
Nihayet başını kaldırdı ve hafif kırmızı dudaklarından birkaç kelime döküldü:
''Beni nasıl görebildiğini henüz anlayabilmiş değilim. Binlerce yıldır bu kalıntılarda yaşamama rağmen buraya gelen hiçbir insan beni görmeyi başaramamıştı. Tabii buna bir başarı denilebilirse... Benim adım Aeren, Qin İmparatorluğu'nun zamanında yok ettiği sayısız ailelerden yalnızca ufak birine aittim. Diğerlerinin beni görememesinin sebebiyse çok açık, ben aslında bir canlı değilim. Tao mühürleriyle buraya bağlanmış ruhlardan biriyim. Ne dışarı çıkabiliyor ne de bu kalıntılara hükmeden güçlere karşı gelebiliyorum. Yalnızlık ve sonsuzluk... İşte bunlar benim lanetlerim.''
Tao mühürleri, ruhlar, imparatorluğa başkaldıran aileler...
Lai tabii ki bu kavramları daha önce ne duymuş ne de kitaplardan okumuştu. Aklındaki sorunsallar arasına bir de bunların katılması, küçük çocuğun meditasyon seanslarını epey bir zorlaştıracaktı. Yine de Lai, içinde yetişen merak tohumlarının, öğrendiği her yeni bilgiyle birlikte bir tutam daha büyüdüğünü biliyordu. Ne olursa olsun, karşısına ne çıkarsa çıksın bu çocuk hayatını pişmanlıklardan uzak yaşayacaktı!
Bir adım öne attı ve arkadaşlarına durumu izah etmeye koyuldu. Aeren'e henüz nasıl bir cevap vermesi gerektiğini düşünmemişti. Ayrıca kalıntılara mühürlenen ruhların ne tür bir hareket planı izleyeceklerini de bilmiyordu.
Vice ve Bran Lai'nin anlattıklarına ilk başta inanmasalar da karşılarındaki çocuğun yalan söylemek için bir sebebi olmadığını bildiklerinden, meseleyi üstelemeyerek Aeren'in varlığını kabullendiler. İletişim kurmaları ve duyularıyla kavramaları mümkün olmayan bu ruhun, onlara ne tür bir getiri sağlayacağını henüz bilmiyorlardı.
Lai bir adım daha attı ve Aeren'e bakarak: ''Söyle bana Aeren, imparatorluk neden bu aileleri yok etmek istedi?''
Aeren geçmişi anımsayınca yüz kasları gerildi ve kadının alnından mavi damarlar fırlamaya başladı. Bu nazik ve etrafa bitkisel bir aroma yayan kadın, Lai'nin kelimelerinden sonra bir anda savaş moduna geçmişti. Etrafa yaydığı yeşil aura kırmızıya döndü ve kadın nefret dolu gözleriyle kalıntıları örten toprağa bakmaya başladı.
''İmparatorluklar Lai, hiçbir zaman yüzeyde göründükleri kadar temiz ve bilge değildir. Aksine yüzlerine takındıkları yapmacık maskenin altında, sayısız komplo ve akılalmaz planlar yapan bir şeytan vardır! Öyle ki bu büyük sayılabilecek dünyayı kontrol etmek adına, soyları yıllardır devam eden ve gelecekte onlara sorun çıkartabileceklerini düşündükleri aileleri gizlice ve sinsice katlettiler. Farkındaysan sana, sorun çıkartabilecek olan aileler dedim, sorun çıkartanlar değil! Ailelerin tek bir üyesi bile yanlış bir hareket yaptığında, imparatorluk ebedi korkusunu gizlemeye çalışmadan o ailenin bütün üyelerini kılıçtan geçirirdi. Ufak bir bebekten, yaşlı bir kadına kadar! İşte benim ailem de bu şekilde can verdi. Üstelik bizler, basit ve sıradan bir geçmişe sahip olan ufak bir aileydik. Beş kardeşimden yalnızca ben ve en küçük kardeşim Taoyuan Alemi'ne adım atmayı başarmış ve yaşadığımız çevrede saygıyla selamlanmaya başlamıştık. Şehrimiz ne Epona gibi şanlı ne de Alldona gibi ihtişamlıydı. Lakin imparatorluk, derin paranoyasına her zamanki gibi engel olamamıştı. Taoyuan'a adım atan herkese yaptıkları gibi, bize de çeşitli davetiyeler gönderdiler. Ben güç mücadelelerine katılmak istemediğimden bu davetlerini geri çevirdim ancak kardeşim... O benim kadar akıllı değildi. Hemen Epona'ya uçtu ve orada keyifli yıllar geçirdi. Ta ki aklı, o iğrenç Lope ailesi tarafından ele geçirilene dek! Kardeşimi kullanarak imparatorluktan bilgi almaya çalışan Lope ailesi, kardeşimin hayatına zerre kadar değer vermemişti. Çok zaman geçmeden kardeşimin bu hareketleri ortaya çıktı ve İmparatorluk her zaman yaptığı gibi bunu açıkça duyurmaya yeltenmedi. Çünkü Lope ailesinden korkuyorlardı! Peki ya ne yaptılar? Kardeşimi ve kalan bütün ailemi vahşice öldürdükten sonra benim peşime düştüler. Kaçtım... Ama yeterince uzağa gidemeden adımlarımı kim bilir ne zamandır izleyen gizemli bir grup tarafından yakalandım. Gözlerimi açtığımda kendimi burada, bu lanet kalıntılarda buldum. Henüz görmemiş olsan da burada benim gibi binlerce ruh var. Bizleri buraya hapsedenlerin kim olduğunu henüz bilmesek de bizler, arada bir kulaklarımıza ulaşan o gizemli sese itaat etmek zorundayız. Çünkü kalplerimize yerleştirilen Tao mühürleri, kendi benliğimizi baskılayarak bizleri birer kuklaya çeviriyor. Aslına bakarsan ben bile şu anda nasıl burada olduğumu bilmiyorum. Eğer beni kurtarmasaydın, kim bilir şu anda ne yapıyor olurdum...''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lai
FantasíaDüzenin ve karmanın sarsılmaz bütünlüğünün evreni gözettiği zamanlarda, kendilerine Taoist diyen kişiler ölümsüzlüğü elde etmek adına bir yolculuğa çıkarlardı. Cennet'in buyruğu altında sayısız teste tabi tutulan ve bu uğurda zaman zaman can veren b...