Nil gülerek karşısındaki manzaraya baktı. Çetin, Ateş'in Nil'in peşine taktığı goril, koca cüssesiyle Nil'in mutfak masasının sandalyesine sığmaya çalışıyordu. Atina'dan döneli bir ayı geçmişti. Ateş'le araları hala düzelmemişse de Nil, Ateş'teki değişimleri fark ediyordu. Sürekli telefon ediyordu, Nil hiç açmadan suratına kapatıyordu ama Ateş düzenli olarak her sabah ve her akşam arıyordu. Daha iki gün önce Çetin'i ultrason görüntüsünün fotoğrafını çekmeye çalışırken yakalamış, sessizce odadan dışarı çıkmıştı. Çetin'in fotoğrafı ne için ya da kimin için çektiğini anlamak zor değildi.
Otuz beş gün...
Otuz beş gün önce Atina'dan zorla İstanbul'a sürüklenmişti. Otuz beş gün önce Nil, Ateş'le bütün köprüleri atmıştı. Ve iki gün sonra, 20 Aralıkta, Güray Holding'in gelenekselleşmiş Yeni Yıla Merhaba davetinde tek başına olacaktı. Bir yıl önce bu durumda olacağını asla tahmin edemeyecek olsa da sadece birkaç gün içinde kendisini bir dedikodu kazanının içinde bulacaktı. 21 Aralık'ta çıkacak haberleri şimdiden görebiliyordu. Kendi karnı burnunda fotoğrafının yanında Ateş ve Kayra'nın Yunanistan'da çekilmiş o tek kare pozu ve ayrılık, mutsuz, kırık kalpler ve skandallarla dolu bir aşk ilişkisinin en nahoş detayları. Eğer hamile olmasaydı kendini vurmayı düşünebilirdi.
Mutfağa girip Çetin'in güç bela sığıştığı sandalyenin karşısındaki sandalyeyi çekti. "Günaydın."
"Günaydın efendim."
Çetin, her zaman mesafeli, saygılı ve ölçülüydü. Pratik anlamda bir arada yaşıyorlardı. Nil'in beş odalı evinin iki odası işgal edilmişti. Nil'in bitişiğindeki odada Çetin uyuyordu. Gerçi Nil adamın uyuduğundan şüpheliydi. Her gece Nil'den sonra yatıyor, her sabah Nil'den önce uyanıyordu. Bütün gün Hera'nın önünde siyah, zırhlı aracının içinde bekliyor, Nil'i işe bırakıp, işten alıyordu. Ateş, can sıkıcı bir baş belasıydı ve peşine bulldog azmi taşıyan bir koruma takmıştı. Yine de Nil bu sessiz, soğuk savaşın kazanan tarafıydı. Yunanistan'dan dönüşte Nil, Ateş'le yaşadıkları o eve dönmeyi reddetmiş, kendi evine yerleşmişti. Bu kararının ikramiyesi ise ertesi sabah elinde Dolly'nin tasmasını tutan Faruk olmuştu. Şimdi Nil 250 metrekarelik apartman dairesinde emektar bir uşak, iri yarı bir koruma ve koltuklarının ayaklarını dişleyen bir köpekle yaşıyordu.
Faruk, bir zamanlar Ateş'e yaptığı gibi, Nil'i bırakmamaya ant içmiş gibiydi. Mutfağa girdi, Dolly'e gizlice peynir yedirmeye çalışan Çetin'e ters bir bakış attı ve ocağın başına geçti.
Kısa süre sonra Nil'in önünde mükellef bir kahvaltı sofrası vardı. "Bunların hepsini yemem mümkün değil, yoksa iki gün sonra elbiseme sığamam." diye yakındı, Nil.
"O halde siz de yeni bir tane daha alırsınız. Kahvaltınızı bitirin." Faruk, çatık kaşlarla Çetin'e döndü. "Sen de köpeğe mutfakta yemek yemeye alıştırma."
Çetin, kaşlarını çatıp Faruk'a baktıysa da tek kelime etmedi yine de başıyla Nil'e selam verip mutfaktan çıkarken alçak sesle söylendi.
Nil'in hayatı böyle geçiyordu, huysuz bir ihtiyar, onunla sürekli uğraşan koca cüsseli bir adam ve kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan yavru bir köpekle...
Kapı çaldığında üçlü arasında amansız bir savaş başladı. Dolly kapının sesini ilk kendisinin duyduğunu haykırmak ister gibi azimle kapı kulbuna doğru havlamaya başlarken, Faruk ve Çetin de kapıyı açmak için bir yarışa girişti. Faruk kahya kendisi olduğu için kapıyı açması gerekenin kendisi olduğunu düşünürken, Çetin de koruma görevlisi olduğu için aynı görevi kendisinin yüklenmesi gerektiğini varsayıyordu. Sonunda savaşı yılların tecrübesiyle Faruk kazandı. Yüzünde mağrur bir ifadeyle kapıyı açıp saygılı bir ifadeyle selam verdi. "İyi günler Mercan Hanım."
Mercan gülümseyerek " İyi günler Faruk" derken Dolly'i görür görmez heyecanlı çığlıklar atmaya başlayan kucağındaki Tılsım'ı yere bıraktı.
Kızıl saçlı minik canavar tıpkı annesi gibi hayvan tutkunuydu. Annesi onu yere bırakır bırakmaz azimli bir şekilde küçük poposu sağa sola sallanarak Dolly'nin yanına gitti ve onunla oynamaya çalıştı. Kendine oyun arkadaşı bulmaya dünden razı olan Dolly ise dili dışarı çıkmış bir halde Tılsım'ın etrafında dönmeye başladı. Evin içi bir anda Bebek çığlıkları ve köpek havlamalarıyla doldu.
"Sanırım size daha sık gelmeliyiz. Tılsım, Dolly'e bayılıyor. Belki de bir daha ki sefere Darcy'i de getiririm."
"Getir getir, bir o eksik zaten."
"Ay birinin yüzünde yine güller açıyor."
Nil, kuzenine gözlerini kısarak baktı. "Sen neden geldin?"
"Ben de seni gördüğüme sevindim tatlım."
"Meri!"
"Hamile olduğunuz kadar nemrutsunuz da."
Altıncı ayı bitireli bir haftadan fazla olmuştu ve bebekler artık iyice ağırlık yapmaya başlamıştı. Nil, karnındaki, belindeki ve sırtındaki ağrılara daha fazla dayanamayıp kendisini koltuğa bıraktı. Kibar ya da zarif bir şekilde hareket etme hevesini bir kenera bırakalı çok olmuştu. Şu sıralar tek gayesi oturup kalkarken bir tarafa yuvarlanmamaya çalışmaktı. Koltuğun kenarlarını tutarak yavaşça oturdu. "Mercan'ım, canım kuzenim yorma beni."
"Ay tamam. Saye'nin elçisiyim, zeval yasak."
"Dökül bakalım Tinkerbell."
"Hani Pars sürekli senin yanında ya, Saye diyor ki onu da Yılbaşı Balosu'na davet etsen iyi olurmuş."
Pars Moyan, Ateş'in yokluğunda Nil'in en büyük destekçilerinden biri olmuştu. Şaşırtıcı bir gelişmeydi, Nil neredeyse bir yıldır Saye ve Pars arasında sessiz ve derinden süregelen savaşın farkındaydı. Savaşı başlatanın Pars olduğunun da. Nil, Pars'la ailesiyle ilgili sorununu hiç konuşmamıştı ve Pars da konuyu hiç açmamıştı. Nil'in emin olduğu tek şey Pars'ın ailesine karşı bir kan davası güttüğüydü. Belki üç ay önce olsa Nil bu savaşta şüphesiz tek bir an bile tereddüt etmeden ailesinin yanında yer alırdı ama şimdi... Nil mümkün olduğunca züccaciye dükkanına giren fili görmezden gelmeye kararlıydı. Tek sorun o filin girmek için Saye'nin züccaciye dükkanını seçmesiydi. Nil, Saye'nin inadını da azmini de hoyratlığını da iyi bilirdi. Saye ve Pars arasında bir savaş kaçınılmazdı, bu savaş muhtemelen bir kazananın bile olmayacağı, her iki tarafın da ağır kayıplar vereceği bir savaş olacaktı ama o savaş olacaktı. Sadece zamana ve mekana henüz karar verilmemişti. Nil, mümkünse savaşı engellemeye değilse de geciktirmeye kararlıydı, Saye'ye rağmen. Ve şükürler olsun ki bu seferliğine Pars işini kolaylaştırmıştı. "Pars, Azerbaycan'da" diye açıkladı, Mercan'a. "Ocak'tan önce de dönmez."
Mercan derin bir nefes alıp arkasına yaslandı. "Ucuz atlattık desene."
"Saye neden taktı bu kadar?" Saye'yle Nil'in karakterini herkes benzetirdi, genelde benzerlerdi de ama Nil, Saye'nin hep kendisinin bir üst sürümü olduğunu düşünmüştü. Sanki yeni versiyonda eskisinin zaafları silinmiş gibi. Yine de bazı kusurlar silinemeyecek kadar kemiklere işlemiş oluyordu.
"Biliyorsun son damla Erçağ işi oldu. Adam yüzünden neredeyse anlaşma yatıyordu." Saye'nin baştan sona kendi çabasıyla yürüttüğü anlaşma. Ne dedeleri, ne Güray ne Nil'in babası ne de Saye'nin babası anlaşma yapmaya yanaşmışlardı. Onlara göre Erçağ Zeytincilik çoktan devrini tamamlamış ve tarihin tozlu sayfalarına gömülmesi gereken bir işti ama Saye en başından beri onlardan farklı düşünmüştü. Hepsine rağmen anlaşmanın peşine düşmüş, kariyerini ve itibarını ortaya koyarak anlaşmayı tamamlamak istemişti ama orada da karşısına Pars çıkmıştı. Saye Güray kimsenin yolunun üzerinde durmasına izin vermezdi, yoluna taş koymak ise... Sekizinci ölümcül günahtı, Aptallık!
Mercan rahatlamış olarak arkasına yaslandı. "Eee anlat bakalım, en sevdiğim kuzenim, minnoşlar nasıl?"
Nil istemsizce gülümsedi. İkizlere hamile olduğunu öğrendiğinden beri Mercan onlardan minnoşlar diye bahsediyordu. "Aynı, bir gelişme yok."
Mercan'ın kaşları çatıldı. "Bu cevabı sevmedim." Gözlerini iyice kıstı. "Bir sorun mu var? Maya iyi mi?"
Bu, Nil'in düşünmekten kaçındığı bir konuydu. Üç gün önceki son kontrolde her şey olağandı, Maya'nın kalp ritimleri olması gereken şekildeydi ve bir sıkıntı görünmüyordu yine de Nil, Seyhan'ın yüzündeki ifadeden doktorun tam olarak tatmin olmadığını anlamıştı. Eli beyninden bağımsız karnına gitti ve bebeklerini okşadı. "Bir sıkıntı görünmüyor ama henüz çok küçük." İçini çekti, "umarım sandığımızdan daha güçlüdür."
Mercan eğilip elini, hala karnında olan elinin üzerine koydu. "Elbette öyle." derken sesinde tereddütün zerresi yoktu. "O kız bir Güray. Perde o sahneye çıkmadan kapanmaz."
Nil de tüm kalbiyle öyle olmasını umuyordu.
"Haydi bu kadar lak lak yeter." Mercan ellerini çırpıp gülümsedi. "Kalk bakalım."
"Neden?"
"Son kez bakmam lazım."
Nil, kaşlarını çattı "Neye?"
"Yeni elbisene."
"Offf, Mercan" derken kuzeninin onu çekiştiren elini ittirdi. "Defalarca baktın ya! Birden çekecek hali yok elbisenin."
"Olmaz!" O cıvıl cıvıl, neşeli kuzeninin içinden birden bir King Kong çıktı. "Ben o elbise için aylarca uğraştım. İçinde kusursuz görünmek zorundasın." Gözlerini kıstı. "Anladın, değil mi? Zorundasın!"
"Tamam, başımın belası, tamam." Yuvarlanmadan kalkmayı başardı. "Yürü."
Mercan'ın aylarca uğraştığı elbise kısa bir süre sonra Nil'in üzerindeydi. Tek omuz, uzun elbise dolu dizgin akan bir nehir gibi görünüyordu. Mavi, lacivert, mor, eflatunun birbiri içine geçtiği kumaş Nil'in bedeninden yumuşakça kayarak yere ulaşıyordu.
Mercan çocuk gibi yerinde zıpladı. "Çok güzel. Sadece gözlerine uyduğu için değil. Elbise direk sana uydu. Görmek istediğim tam olarak buydu. Senin o dalgalı, fırtınalı karakterine yakıştı."
"Sağol be!"
"Kızma hemen, kötü bir şey demedim."
"Kızmadım." Kızmamıştı, hatta hak vermişti de. Mercan haklıydı, elbiseyi ilk gördüğü anda Nil de aynı şeyi düşünmüştü. İçinde kendisi gibi hissetmişti.
Sağ tarafına dönüp aynaya baktı ve kendini inceledi. "Sen bu iş için yaratılmışsın." Sözleriyle, kuzeninin yanaklarını tatlı bir pembelik kapladı. Elbise hamileliğini gizlemek yerine ortaya koyuyordu. Renkli kumaş göğüslerini ve karnının yuvarlaklığını sıkıca sarıp kalçasından itibaren aşağı doğru bollaşıyor, sağ diz kapağından itibaren derin bir yırtmaçla yeniden göze çarpıyordu.
"Safir kullanmanı istiyorum," Mercan arkasına geçmiş saçlarını ensesinde toplamıştı. "Saçların sakin bir model olsun. Basit iddiasız. Makyajın da öyle. Sadece gözlerin, elbisen ve safirlerin." Yüzünde tatminkar bir gülümseme belirdi. "Evet şahane olacaksınız, hanımefendi."
"Ne demezsin." Suratını buruşturdu, "şu halime bak fil gibiyim." Toplamda neredeyse yirmi kilo almıştı ve devam ediyordu. "Ayak parmaklarımın nerede olduğunu unuttum."
Mercan gülümseyip elini, Nil'in göbeğine koydu. "İkizleri kucağına aldığında bütün bunları unutacaksın ve ayak parmakların da hala eskiden olduğu yerde, ayaklarının ucunda."
Mercan'ın esprisine dudak büktü, Nil. "Senin için söylemesi kolay, doğru düzgün kilo almadın bile."Kollarını iki yana açıp isyan etti. "Bir de bana bak. Şişkoyum."
"Sızlanmak sana yakışmıyor Nil."
"Ben sızlanmıyorum." Nil asla sızlanmazdı, asla, hiç de bile. "Sadece durum tespitinde bulunuyorum."
"Bunu yaparken de sızlanıyorsun."
"Sinir bozucu Tinkerbell!" Nil öfkeyle arkasını döndü. "Hadi çıkar şu elbiseyi."
Mercan elbisenin fermuarını açarken içeriden dünyayı yerinden oynatacak bir bebek feryadı koptu.
"Sen git" dedi, Nil elbiseyi çıkarırken "ben de şimdi geliyorum."
Elbiseyi çıkarıp düzgünce yatağın üzerine bıraktı, üzerini giyip salona girdiğinde ilk gözüne çarpan ağlamaktan morarmak üzere olan Tılsım ve sehpanın altına sinmiş korku dolu gözlerle onu izleyen Dolly oldu.
"Tamam meleğim, yok bir şey." Mercan'ın annelere özgü o teskin edici sesi bile Tılsım'ı susturmaya yetmiyordu.
Nil, Faruk'un yanına yaklaştı. "Ne oldu burda?"
Faruk, ben suçlu değilim, bakışı attıktan sonra "Tılsım'la Dolly oynuyorlardı" dedi. "sonra Tılsım Dolly'nin kulağını ısırmaya çalıştı." Sonrasını tahmin etmek zor değildi. Dolly muhtemelen bunu başka bir köpeğin oyunu sanıp o da ısırmaya çalışmıştı, ve çok geçmeden Faruk düşüncesini onayladı. "Dolly de onun elini ağzına aldı."
Mercan kaşlarını çattı. "Tılsım, Darcy'le hep oynar, buna alışkın."
"Zaten her şey bundan sonra başladı."
"Faruk" diye uyardı Nil, tahammülünün bittiğini belirten bir sesle. "Doğru düzgün anlatsana şunu."
"Anlatıyorum, Nil Hanım." Nil içini çekerken Faruk devam etti. "sonra yerde yuvarlanmaya başladılar. Hatta Dolly koltukların üzerine fırladı ama ufaklık peşinden çıkamadığı için ağladı."
"Sebep bu mu yani?"
"Hayır, beklerseniz..."
Nil gözlerini devirdi, "Bekleyemeyiz, Faruk, söyle artık."
Heyecanı yarıda kalan Faruk ciddileşip suratını astı ve hikayenin sonuna geçti "Dolly birden mama kabını gördü..."
Ama bu sefer de sözü Mercan tarafından kesildi. "Yine köpek maması yemeye çalıştı, değil mi! Bu çocuk öldürecek beni!"
Faruk onayladı. "Evet, Mercan Hanım. Ben tabii kızınızın Dolly'nin mamasını yemesine izin vermedim ama kucağıma alır almaz ağlamaya başladı."
Mercan nihayet susmuş kızının yüzünü kendine çevirdi. Minik kız annesinin kopyasıydı. Güray kanından miras aldığı gözlerini kocaman açmış, sarkıttığı dudağıyla annesine bakıyordu. "Sana kaç kere köpek maması yemek yok demem gerek küçük hanım? Köpek maması köpekler için, bebekler için değil." Yine sızlanmaya başlayan kızını omzuna yatırıp başını okşarken Nil'e bakıp gözlerini devirdi. "Artık Darcy'nin mamasını açıkta bırakamıyoruz. Yoksa Tılsım Hanım ne zaman ortadan kaybolsa onu, kafasını Darcy'nin mama kabına gömmüş bir halde buluyoruz."
Nil, yanlarına gidip küçük kızı kucağına aldı. "Sen öyle mi yapıyorsun, junior Tinkerbell?" Tılsım mavi gözlerini ona dikip minik parmaklarıyla yüzüne dokunup cıvıldadı. "Demek köpek mamaları daha lezzetli. Sen bu annene bakma, biz çocukken köpek kulübesinde uyumak isterdi."
"Hiç de bile!" diye isyan etti, Mercan.
"Sen bu annene inanma meleğim, dedemizin bir köpeği vardı, Harry, bu annen ufakken onun kulübesine saklanırdı, sonra da uyuyakalırdı."
Birden Tılsım kollarının arasından havalandı ve Mercan kızına sarıldı. "Çocuğuma yalan yanlış şeyler anlatma!" Sanki bir yetişkinmiş gibi Tılsım'a döndü. "Saklambaç oynarken uyuyakaldım, çünkü senin bu cadı teyzen bizi aramak yerine abileriyle futbol oynamaya dalmıştı." Sonra gözlerini kısıp Nil'e döndü, "Madem kirli çamaşırları ortaya döküyoruz Nil Hanım," dedi tehditkar bir sesle "Seninkiler doğsun, ben de onlara Orhan'ın burnuna vurduğunu anlatacağım."
"Senin saçını çekmişti, hain Tinkerbell." diye yanıtladı, yalancı bir öfkeyle, "kabahat sende değil, seni koruyanda."
Mercan eğilip Tılsım'ın montunu aldı, "
"hadi hazırlan dışarı çıkalım."
"Of, Meri ya, hiç canım istemiyor, evde otursak ya."
"Olmaz cicim. Ateş gittiğinden beri sosyal hayatın bir pırasanınkiyle yarışır durumda. Çıkalım bi' nefes al, iki insan yüzü gör. Bu ne ya? Ota döndün resmen, yakında fotosentez yapmaya başlayacaksın."Yarım saat sonra Mercan'ın kullandığı arabada giderken Nil hala söyleniyordu. "İnsanların beni iteklemesinden nefret ediyorum, biliyorsun, değil mi? Canım evde kalmak isterse evde kalırım."
Mercan kırmızı ışıkta durunca ona yüzünde onaylamaz bir ifadeyle baktı. "Nil, Ateş gittiğinden beri kendin gibi değilsin ve bu hoşuma gitmiyor, hiçbirimizin gitmiyor."
Nil aylardır aynı şarkıyı dinlemekten sıkılmıştı. Etrafındaki herkesin ona Ateş'i ve başarısız evliliklerini hatırlatmasından sıkılmıştı. Her sabah gazeteyi ya da televizyonu açttığında evliliği hakkında yeni bir haber okumaktan da. Ateş'le görülecek bir hesapları vardı ve bu hesap yakında kapanacaktı ama o zamana kadar Nil kendi haline bırakılmak istiyordu, evliliği ya da hayatı hakkında tavsiyeler değil. "Bunun Ateş'le bir alakası yok Meri. Hamileyim, içimde fil yutmuş gibi görünmeme neden olan iki bebek var ve ben çabuk yoruluyorum. Sürekli uykum var, uykum olmadığında da çoğunlukla ağrım var. Kocaman oldum ve bu yüzden en kolay hareketi yapmam bile birkaç dakikamı alıyor. O yüzden son zamanlarda çok da insan canlısı görünmüyorsam kusura bakma."
"Sen hiç insan canlısı olmadın zaten Nil. Ben hamileliğinin getirdiği doğal sorunlardan bahsetmiyorum. Bunu sen de biliyorsun."
"Meri, gerçekten bu konuyu kapatalım mı? Ateş'ten bahsetmek istemiyorum."
"Tamam, Nil kapatalım ama konuşmak istersen..."
"Biliyorum."
Mercan arabayı park edip aşağı inerken Nil de onu izledi. Mercan arka kapıyı açıp elindeki yumuşak diş kaşıyıcıyı ısırmakla meşgul Tılsım'ı bebek koltuğunun kemerinden kurtarırken Nil gözüne takılan tanıdık bir cisimle dikkatini o tarafa çevirdi.
Ve o andan itibaren her şey yavaş çekimdeydi. Her bir saniye bir saat uzunluğunda geçti sanki. Beyaz bir Escadele karşı yoldan ağır çekimde geçerken şoför koltuğunda oturan esmer adam güneş gözlüğünü başından gözlerine indirdi, araç akan trafiğin arasında gözden kaybolurken Nil, Ateş'in arkasından bakakaldı. Dönmüştü. Ateş geri dönmüştü.
"Bebeğim ne oldu, hortlak görmüş gibisin."
"Henüz değil" diye yanıtladı kuzenini gözleri hala yitip giden aracın arkasından bakarken. "Ama yakında o da olur, inşallah."
"Nil, iyi misin? Ne diyorsun? Bir şey anlamadım."
"Benim bir işim çıktı, gitmem lazım. Sonra konuşuruz."
Taksi bulmak için etrafına bakınmaya başladı ama Mercan kolundan tutup onu durdurdu. "Dur bir dakika. Nereye gideceksen ben bırakırım."
"Olmaz. Tılsım'ın kan, vahşet ve cinayetle bu kadar erken tanışmasını istemem. Henüz çok küçük."
Ama Tinkerbell öfkelenmişti. "Bana bak Allah yarattı demem, kucağımda çocuk var demem, hamile demem çarparım iki tane. Bilmece gibi konuşma anlat adam gibi."
"Ateş dönmüş. İstanbul'da."
"Nasıl? Ne zaman?"
"Eğer beni sorularınla meşgul etmezsen, ben de onu öğreneceğim. Az önce gördüm, arabayla karşı yoldan geçti."
"O olduğundan emin misin?"
"Tabii ki eminin, Mercan" diye azarladı kuzenini. "Kendi kocamı, on üç yıllık sevgilimi tanımayacak mıyım?"
"Onu mu diyorum. Belki benzetmişsindir."
"Oydu, eminim."
"Peki neden sana haber vermedi."
"Güzel soru" Aklına gelen ihtimaller Nil'in hoşuna gitmedi. "Bu da cevaplaması gereken pek çok sorudan biri." Elini gözüne kestirdiği bir taksiyi durdurmak için kaldırdı.
"Onu nasıl bulacaksın ki koca şehirde?"
"Kendi casus kaynağımı kullanarak." Onu Nil bulamazdı ama Pars'ın yerini öğrenmesi tek bir telefona bakardı.
Taksi önünde durunca Nil kapıyı açtı ve tam binerken Mercan'ın şüphe dolu sesini duydu. "Vurmadan önce sor, olur mu. Önce vurup sonra sormak her zaman etkili bir yöntem değildir."
"Göreceğiz." Kapıyı kapatıp, çantasından telefonunu çıkardı. Hesaplaşma zamanı gelmişti.____
instagram📷: @thevelvetquill
facebook 📱: Emel Altınsaçlı /sayfa: the Velvet Quill
Twitter🗨️: @theVelvetQuill1
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dikkat Bebek Çıkabilir (Mükemmel Planlar Serisi 2)
RomanceOnlarınki bir tutku hikayesiydi... Yıllar önce başlamış, hep yarım kalmış ve günün birinde sürpriz bir şekilde yeniden alevlenmişti. Nil Güray çocuk sahibi olmayı hiç istememişti, ta ki biraz daha beklerse çocuk sahibi olamayacağını öğrenene dek. Ge...