Escadele'yi Güray Holding'in otoparkına soktuğunda onu tanıyan otopark görevlisi başıyla selam verip gülümsedi ve Ateş üç numaralı park yerine kadar ilerledi. Bir Güray'la evli olmanın doğal getirisi olarak asansörse en yakın park yeri onun için ayrılmıştı. Jeepi kilitleyip doğrudan asansöre bindi ve bu binada sadece mavi kan taşıyanların çıkmaya nail olabildiği en üst kat düğmesine bastı. Cam asansör kabını binanın içinde yavaş yavaş yükselirken Ateş meraklı gözlerin üzerinde olduğunu biliyordu. Bu kendini hafiften düşman topraklarda hissetmesine neden olsa da saçmalama
dedi kendine, karının dedesi o senin. Doğan Güray'ı çocukça bir iç güdüyle kıskanıyordu. Saçmaydı ama karısının hayatında dedesi bile olsa başka bir erkeğin bu kadar baskın olması, başka bir erkeğin onun en güvendiği erkek olması can yakıcıydı. Kendin yaptın Ateş dedi, sana en çok güvenmesi gereken anda sen bıraktın onu, şimdi bedel ödeme zamanı. En üst katta asansörden indiğinde meraklı bakışlar da son bulmuştu. Bir Güray olmak demek mavi kan taşımak demekti, pirinç tabeleda adının yazması, Holding'in en üst katında güzel ve şık bir ofisinin olması demekti. Kat camlı kapılarla koridorlara ayrılmıştı ve Ateş, Saye'nin ofisinin bulunduğu koridora yöneldi. Sarı saçları sımsıkı bir topuz yapılmış sekreter masasının altındaki bir düğmeye basıp cam kapının kayarak iki yana açılmasını sağladı ve biçimli yüzüne kibar, terbiyeli, mesafeli bir gülümseme kondurdu. "Hoşgeldiniz Ateş Bey. Saye Hanım sizi bekliyor."
Başıyla sade bir onay verip üzerinde pirinç harflerle Saye Güray yazan kapıyı gelişigüzel tıklatıp cevap vermeden kapıyı açtı. Açılan kapıyla kusursuz bir Boğaz manzarasıyla karşılaştı ki kendi ofisi de başka bir açıdan ama aynı mükemmellikle aynı manzaraya bakıyordu. Saye yavaşça ayağa kalkıp gülümsedi. "Eniştelerin en bi' Yunan'ı hoş geldin."
Saye Güray... Kendine has, göz korkutucu ama bir o kadar da dikkat çekici baş belası. Ensesinde topladığı saçları, üzerine sımsıkı oturan ciddi elbisesi ve üzerine giydiği ceketiyle magazin basının tanıdığı Saye Güray'dan çok iş dünyasının en eski kurtlarına bile kök söktüren bir iş kadınıydı o şimdi.
"Otursana" diye masasının karşısındaki koltuğu işaret ederken kendisi de geniş arkalıklı döner koltuğuna oturdu. "Bir şey içer misin?"
"Hayır, fazla vaktim yok."
"Anladım." Derin bir nefes aldı ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Nil nasıl?"
Buraya Nil'i konuşmaya gelmemişti, o yüzden doğrudan konuya girdi. "Nerede olduğunu bulabildin mi o itin?" Saye gözlerini kaçırdı ve adam durumun saçmalığına gülümsemeden edemedi. Ateş, Güray Holding'te Saye'nin karşısına kurulmuş öfke içinde etrafına bakınıyordu. Elinden bir şey gelmiyordu, Devran Yıldırım, Nil'in hastaneye yattığı gün ortadan kaybolmuştu.
Saye, uzun sallamalı küpelerini boynuna çarptıracak şekilde kafasını iki yana salladı. "Sırra kadem bastı. Saklandığı delikten kolay çıkmaz Ateş,"
"Nasıl ortadan kaybolur! Nasıl bulamazsınız! Kim saklıyor bu adamı?"
"O ne demek?" Saye çatılmış kaşlarıyla ayaklanıp Ateş'in karşısına dikildi. "O imadan hiç hoşlanmadım, Ateş!"
Ateş bu kez ima etmekle yetinmeyip doğrudan söyledi. "Deden saklamıyor, değil mi, Saye?"
"Sen ne diyorsun be adam! Dedem bize uzanan elin parmaklarını kırar, iyileştirir, yeniden kırar. Değil Devran'ı saklamak!"
"Bu adam peşinde hem Doğan Güray hem ben varken nasıl sırra kadem basar!"
"Onu hafife alıyorsun. Öyle ya da böyle o bir Güray, sınırsız parası, sonsuz bağlantısı var. Üstelik bu kaçışı muhtemelen uzun zamandır planlıyordu."
"O ne demek?"
"Devran şirketten para çalıyordu. O akıllı bir aptal. Eninde sonunda ortaya çıkacağını biliyordu. Nil'e yaptığı planını erken uygulamasına neden oldu, sadece."
"O Devran denen iti bulacaksınız, Saye. Bulup pisliğini temizleyeceksiniz, ben bulursam bu gezegende nefes aldırmam o ite!"
Saye kaşlarını çattı ve sert bir sesle "Otur!" dedi.
Ateş emir kipini duymazdan gelmeyi seçip koltuğuna geri oturdu. "Tehdit edilmekten hoşlanmam Ateş. Tehdit eden sevdiğim, saydığım bir dostum olsa da. Nil için endişeli misin? Ben de öyleyim ama sana basit bir gerçekten bahsediyorum, Devran'ı elimizden kaçırdık. Geç kaldık. O gece o binadan çıkmasını engellemek korkudan ve endişeden hiçbirimizin aklına gelmedi ve o yılan saklandığı delikten kafasını çıkarana kadar onu bulma ihtimalimiz çok düşük."
Ateş gerçeği biliyordu ama kabullenmek o kadar kolay değildi. "O herif karımın çocuklarımın ölümüne neden oluyordu ve ben onu bulamayacağım öyle mi?"
"Öyle" diye acımasızca kabul etti Saye. "Paranın izini Cayman Adalarındaki offshore hesaplara kadar sürdük ama gerisi tahmin edebileceğin gibi tam bir muamma."
"Parayı bulamazsanız Devran'ı da bulamazsınız."
"O aptal fahişe parayı görmeden kol düğmesini bile çözmez." Öfkeyle ayağa kalkıp cama yürüyen kadını izledi. "Hakkını yemeyeyim ama"diye soludu kadın dişlerinin arasından "onu hafife almışım. Hepimizi ketenpereye getirdi. O gerizekalıya para çaldığı için zaten öfkeliydim ama Nil'e yaptığı..," Ateş yerinden hızla kalkıp kadının yumruk yaptığı elini cama vurmadan tuttu. Öfkesini anlayabiliyordu, Nil ameliyattan çıktıktan sonra balonun olduğu binanın güvenlik kayıtlarını beraber izlemişlerdi, ses yoktu ama Devran'ın yüzündeki o iğrenç sırtış var olduğu sürece sese kimin ihtiyacı vardı ki?
"Kısacası kuş kafesten uçtu diyorsun."
"Yeniden girecek Ateş. Ben de Saye Güray'sam bunu onun yanına bırakmam."
Ateş, geldiği gibi tüm dikkatleri üzerine toplayarak çıktı binadan. Katılması gereken toplantılar, imzalaması gereken anlaşmalar vardı ama o arabasını eve doğru sürmeye başladı. Asistanını aradı ve her zamanki gibi tek çalışta açıldı. "Buyrun efendim."
"Bugünkü tüm programı iptal et, acil bir işim çıktı."
Telefonun karşısı tarafında önemli bir sessizlik oldu ama asistanı karşı çıkmaması gerektiğini bilecek kadar uzun süredir onun yanındaydı, "tabii efendim. Programı hafta içine mi yayalım?"
"Hayır." dedi aklına aniden gelen bir fikirle. "Bu hafta takvimi mümkün olduğunca gevşek bırak. Haftaya toparlarız."
"Tabii efendim."
Başka bir şey söylemeden telefonu kapattı ve Nil'in apartmanının otoparkına girdi. Burayı sevmiyordu, Ateş kocaman bir adamdı, iri bir cüssesi vardı ve bu yüzden apartman dairelerini pek sevmezdi. Bu, Nil'in iki yüz elli metrekarelik dairesi olsa bile. Kendisini darlaşık bir alanda gibi hissediyordu ama Nil elbette inat kelimesinin sözlük anlamı olduğu için ona aldığı malikaneye dönmemekte ısrarlıydı. Ateş sırf onu gıcık etmek için yaptığından emindi. İçeri girip anahtarları kapının yanındaki dolabın üzerine fırlattı veAylardır yattığı Nil'in koltuğuna ilerledi. 35 yaşında yetişkin bir erkekti ve hala kanepede uyuyordu, teşekkürler Muzo!
Etraf alışkın olmadığı kadar sakindi. Deli gibi havlayan Dolly, buruşuk suratlı Faruk ya da çam yarması Çetin yoktu, büyük bir değişiklik olarak çığlık çığlığa ağlayan ikizler ve onları susturamadığı için onlardan çok ağlayan Nil de yoktu. Ayakkabılarını çıkarıp sessiz adımlarla aslında Nil'le ikisinin olması gereken ama sadece Nil'in kaldığı yatak odasına ilerledi ve gördüğü manzarayla donup kaldı. Karısı ve bebekleri yataktaydı, Aden annesiyle birlikte derin bir uykuya dalmıştı ama Maya cin gibi gözlerle etrafa bakınıyordu. Yatağa ilerledi ve Nil'in ikizler düşmesin diye koyduğu yastığı yere fırlattı, ona gülümsemeye çalışan kızını kollarına alıp yatağa uzandı. "Sen anneyle kardeşi uyutup yaramazlık mı yapıyorsun, Şam şeytanı?" Kızının kokusunu içine çekip göğsüne yatırdı. Yanında karısı ve oğlu kucağında kızıyla otururken suratındaki aptal sırıtmaya engel olamamıştı. Hayat gerçekten güzeldi. Tıpkı iki ay önceki gibi, bebekleri ve karısıyla yaşadığı o eşsiz andaki gibi içi içine sığmıyordu.
İki ay önce hastane odasında suratı asık ama kafasında kırmızı kurdelesi omuzlarına dökülen simsiyah saçları, yorgun ama parlak gözleriyle can yakacak kadar güzel karısı yerinde kıpırdanmış ve ona huysuz bir bakış atmıştı.
"Emmiyorlar işte!" Ateş, hüsranla kucağındaki kızına bakan Nil'in yanına gitmişti
"Güzelim zaten bir sürü ilaç verdiler sana, doktor sana emzirme demedi mi?"
"Ne bilirmiş o doktor!" diye cırlamıştı, Nil. Ateş şaşkınlıkla kadına bakmıştı, doktor Nil'in arkadaşıydı, hamileliği boyunca en büyük destekçisiydi, şimdi o doktor olmuştu. Hamilelik hormonları doğumla da düzelmiyordu demek.
"Güzelim, yapma ama" derken saçlarını okşamıştı ve Eğilip Maya'yı kucağına almıştı, "Sen böyle yaptıkça ben de üzülüyorum."
Nil burnunu çekince Ateş gülmemek için dudaklarını ısırmıştı, şimdi de sümüklü olmuştu. "Ya beslenemezlerse?" diye sormuştu, masumca. Bu ne ilk soruşuydu ne de son. Bebeğini emziremeyen her anne gibi kendini yetersiz ve suçlu hissediyordu.
Maya'yı kardeşinin yanına bırakmış ve karısının yanına oturup ona sarılmıştı. "Sevgilim, iki kocaman servetin içinde açlıktan ölmeleri mümkün mü sence? Anlıyorum onlar için mükemmel anne olmaya çalışıyorsun ama buna gerek yok. Sen zaten mükemmelsin. İki gündür onlar için kendini parçaladın ama yeter. Bak göğüslerin yara olmaya başladı, sen mücadele ettikçe onlar da huysuzlanıyor. Sen emzirmek istesen de olmuyor sevgilim, kendini bu kadar üzme lütfen."
Nil tekrar burnunu çekip başını omzuna yaslayınca eğilip kulağına fısıldamıştı, "burnunu kazağıma silmedin değil mi, sümüklü?"
Nil'in dudaklarının gevşediğini, hafif bir gülümseme sunduğunu görmüştü ardından"Sensin sümüklü."
Yatağa yerleşip onu iyice kollarına çekmiş günlerce özlediği saçının kokusunu ciğerlerine doldurmuştu. "Başka çocuk yok, Nil. İstemiyorum."
Nil doğrulup ikizlerin yattığı tekerlekli şeffaf yatağa bakmıştı, birazdan hemşire gelip onları alacaktı. "Onları sevmiyor musun?" diye sormuştu.
Ateş ikizlerine bakmıştı. Baba olmayı düşleyen bir adam olmamıştı hiç ama şimdi ikisi için de canını verirdi. "Onlar için ölürüm Nil ama senin ölmene müsaade etmem." Gözlerini yumup onu kollarına çekmiş, fısıldamıştı "Seni kaybettim sandım, bir daha
olmayacaksın, o güzel gözlerini bir daha görmeyeceğim sandım. Bir daha bunu göze alamam. Başka çocuk isteme lütfen."
Nil'in gözlerinde şefkatli bir ifade belirmişti. "İki çocuk yeter de artar bile, ben dedem değilim. Nerede durmam gerektiğini bilirim."
"İnşallah. Malum sizin ailede çok çocuk adeta bir gelenek, maşallah üçten önce duran yok."
"Ay! Zevzek zevzek konuşma, Angelepoulos."
"Yine Angelepoulos mu olduk, Muzo?"
Nil kafasını sallayıp göğsüne yine gömülünce Ateş gururla gülümsemiş, içi dolmuştu. Göğsünde karısı, yanında iki çocuğu. Hayat gerçekten güzeldi.
Kızının mızıldanmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Nil'i ve Aden'i uyandırmamaya çalışıp yataktan kalktı ve yere attığı yastığı geri koydu. Ağlamak üzere olan Maya'yı çabucak çıkardı odadan. İki tane bebeğin belki de en korkunç yanı buydu, biri ağlamaya başlayınca diğeri de ona katılıyor ve ikisi susmamacasına ağlıyorlardı. "Gel bakalım Küçük Hanım." dedi, salondaki koltuğa otururken. Aynı anda Dolly de koşarak ortaya çıktı. Sonunda bebeklere alışmış, onları her gördüğünde suratında bir dehşet ifadesiyle bakmaktan vazgeçmişti Dolly. O da koltuğa atlayıp başını Ateş'in dizlerine yasladı. "Kızlar madem uykunuz var, baba size bir masal anlatsın." Kızlarına bakıp gülümsedi. "Çok çok eski zamanlarda çok çok güzel bir krallıkta yakışıklı bir prens yaşarmış. Prens çok cesur, çok mert, mükemmel bir savaşçıymış ama her güzel şeyde olduğu gibi bu prenste de bir kusur varmış. Prens ülkenin dört bir yanından ona uygun gösterilen krallığın müstakbel prenseslerinin hiçbirine evet demeye yanaşmamış. Bir sürü prensesle görüşmüş prens. Belki içlerinden biri ülkesinin Prensesi olur diye ama olmamış. Sonra bir gün, prens arkadaşlarıyla sohbet ederken bir kız görmüş ve öylece kalakalmış. Kız tıpkı bir peri kızıymış. Beline kadar inen saçları geceyi kıskandıracak kadar siyahmış, bembeyaz teni inci tanesi kadar kusursuz, gözleri gökyüzü kadar, okyanuslar kadar maviymiş. İşte demiş prens benim ülkemin Prensesi bu." Ateş, köpeğine ve kızına baktı. Nil'i ilk gördüğünde başka şeyler de düşünmüştü ama kızının masum kulaklarını bu fikirlerle doldurmak istemedi. "Bu Prenses" diye devam etti. "Komşu krallığın prensesiymiş. Bir sürü ülkeye namı yayılmış, dört bir yandan talipler kral dedesinin kapısını aşındırırmış. Bu uçarı Prenses tıpkı bir kelebek gibi etrafta gezinirken, Prensle kesişmiş yolu ve aşkları başlamış. Ama zormuş bu aşk. Prenses uçarı, Prens'in aklı havadaymış ama çok sevmişler birbirlerini, o kadar sevmişler ki kendileri bile korkmuş aşklarından, Prenses uçmuş, Prens kaçmış, az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmişler bir de bakmışlar ki bir arpa boyu bile yol gitmemişler. Yine varmışlar birbirlerine. Ama güzel olan hiçbir şey altın tepsi de gelmez kızlar. Prens ve Prensesin hayatı o kadar da kolay değilmiş, etraflarını sarmış iyilik perileri kadar, çalı süpürgesine binmiş, elinde kırmızı elmasıyla onları ayırmak isteyen kötü cadılar da varmış. Ve kızlar unutmayın ki masallardaki her prens gibi bu prens de aptalmış." Sessizce durup gözleri kapanmak üzere olan kızına baktı. "Prensler aptaldır, Maya" dedi " ve sen akıllı bir kızsın o yüzden o aptal prenslerin hiçbirine yüz vermek yok, tamam mı?" Maya sanki anlamış gibi genzinden gelen bir ses çıkardı ve Ateş gülümsedi. "Aferin benim akıllı meleğim. Ne diyordum? Hah! Prens de her masal kahramanı gibi aptal olduğundan kötü cadının oyunlarına kanmış ve Prensesi tek başına bırakmış. Başka bir genelleme daha kızlar, masal erkekleri masal boyunca hiç işe yaramazken, masal kadınları saçlarını kuleden sarkıtır, cücelerin evini temizler, ormanda kurtlarla mücadele eder, onu ancak ayakkabı numarasından tanıyabilecek bir gerzek için üvey annesinin hizmetçiliğini yapar. Bizim Prenses de diğer meslektaşları gibi masaldaki tüm yükü omuzlamış ve Prens'in salaklığına rağmen, hikayesini yaşamaya devam etmiş. Prens kendince zorlu bir sürü mücadeleden sonra asil, cesur ve güzel Prensesinin yanına varmış. Prenses öfkeli ama aşıkmış ve ikisinin muhteşem iki bebeği olmuş. Küçük Prenses tıpkı annesi gibi çok güzelmiş ve küçük prens de güçlü ve kuvvetli olacağını belli ediyormuş bir Prens'in olması gerektiği gibi. Prens ve Prenses küçük bebeklerine bakıp her gece dua ediyorlarmış, güzel aileleri için. Prens ve Prenses çok çok uzak bir ülkede çok çok eski zamanlarda sonsuza kadar güzel aileleriyle mutlu yaşamışlar." Kollarının arasında uyuyan kızına baktı. Maya gözlerini kapatmış, sakince nefes alıp veriyordu. "Uyu adını annesinden alan güzel bebeğim." diye mırıldandı kızının saçsız başını öperken, "uyu, büyü ve annen gibi muhteşem bir Prenses ol."____
instagram📷: @thevelvetquill
facebook 📱: Emel Altınsaçlı /sayfa: the Velvet Quill
Twitter🗨️: @theVelvetQuill1
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dikkat Bebek Çıkabilir (Mükemmel Planlar Serisi 2)
RomanceOnlarınki bir tutku hikayesiydi... Yıllar önce başlamış, hep yarım kalmış ve günün birinde sürpriz bir şekilde yeniden alevlenmişti. Nil Güray çocuk sahibi olmayı hiç istememişti, ta ki biraz daha beklerse çocuk sahibi olamayacağını öğrenene dek. Ge...