İki senedir yollarımızın hiç kesişmediği mutluluk, tatlı bir meltem misali ansızın teğet geçmişti ruhumu. Kapının önünde anahtara ulaşmak için çantamı karıştırırken bile silinmemiş gülümsememden anlamıştım bunu.
Minyatür bir adamında üzerinde olduğu anahtarlık, sonunda gelebildi elime. Nihayet içeriye geçip kapıyı kapattım. Mutfaktan gelen sesler, annemin orda olduğunun kanıtıydı. Telefonla konuşuyor olsa gerekti.
-''Daha ne istiyorsun söylesene? Yetmedi mi tüm olanlar! Kes şöyle konuşmayı, kes!''
Tedirgin adımlarla ulaştığım mutfakta arkası dönük duran annem, bir eliyle telefonu tutarken diğer elini de hararetli bir şekilde sallayıp karşısında biri varmış gibi konuşmaya devam etti.
-''Yoruldum artık Selim, yoruldum. Çıkma artık karşıma! Sakın bir daha arama duydun mu?''
Söylediği son sözlerle sesi iyice yükselirken telefonu hızla kapattı. Telefonu öyle bir sıkıyordu ki parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Aynı hızla arkasını döndüğünde buluştu gözlerimiz. Kelimeler anlamını yitireli çok olmuştu bende. Süslü sözcükler kullanmazdım. Ruhumdaki neyse o ulaşırdı dilime, şimdi olduğu gibi.
-''Kiminle konuşuyordun?''
Annemin gözlerindeki kızgınlığın, şaşkınlığa dönüşmesini an ve an izledim.
-''Bir, bir tanıdık sen bilmezsin.''
Konuşurken hitap ettiği kişiye "Selim" dediğini çok iyi duymuştum. Kim bilir belki de içimde bir yerlerde bana doğruyu söyler diye düşünmüştüm. Elinin ayağına dolanması açık ediyordu bazı gerçekleri. Eve geldiğimdeki gülümsemem ne kadar gerçekse şimdiki gülümsemem de bir o kadar alaycı ve sahteydi.
-''Tanımam ben öyle mi? Doğru söylüyorsun aslında, nerden bileceğim kimlerle konuştuğunu. Daha seni bile tanıyamazken. Sormam hataydı.''
Gözleri dolarken ona acımadığımı hissettim. Sanki konu annem olunca içimdeki merhamet kırıntıları suyunu çekiyordu. Kalbimin iyiliği emreden tarafı bile gerçek Mahruyan'ın elinden tutarak onunla birlikte arkasını dönüyordu. Daha fazla ayakta dikilmeden, Umut'un yanına gittim. Rengârenk arabalarını dizdiği zeminde değişik sesler çıkararak arabalarını yarıştıran kardeşimin yumuşak yanaklarını öperek ona sarıldım.Daha demin olanları unutmak istercesine saatlerimi geçirdim Umut'la. Yorulmak nedir bilmeyen kardeşime kalsa sabaha kadar oynardı.
Sessiz geçen akşam yemeğimizden sonra odama geçtim. Son zamanlarda bağımlısı olduğum sigara yer edindi dudaklarımda. Oturdum öylece açık penceremin önüne, seyrettim etrafı. Dışarıyı yüzlerce ışık aydınlatmıştı. Kimi sokak lambaları kimi de ev ışıklarıydı. Gözlerim görebildiği tüm ışıklarda dolandı.
Evler...Her ev içinde kederi, umudu, yaşanmışlıkları saklardı. Tıpkı yabancısı olduğumuz bu evin, içinde hüzün saklaması gibi. Mutlu olmak yasaktı sanki ruhuma. Annem bir şekilde beni tekrar soğuk nevaleye çevirip, çiçek açmaya yaklaşmış umut tomurcuklarımı yok etmeyi başarıyordu. İçtiğim ikinci sigarada kül tablasını boylarken uykumun geldiğine kanaat getirdim.
Yatağın üstüne bayılır gibi yatarken uykulu gözlerim hala pencerenin dışındaydı. Penceremin tam yukarı köşesinde gözüken dolunayı uyku sersemliğiyle iki tane görmeye başladım. Tıpkı bana bakan bir çift bal rengi göz gibi. Nasılda benzemişti şimdi Suat'ın gözlerine. Onun düşüncelerime giriş yapmasıyla, küçük bir tebessüme şahit oldu dudaklarım. Yanımda olmadığı halde içime umut kırıntıları atmayı nasılda başarıyordu?Olabilir miydi sahiden? Annemin her seferinde yok ettiği umut tomurcuklarının yerini, telafi edebilir miydi attığı kırıntılarla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahruyan Uyan!
RomanceSöyle Mahruyan saçlarının rengini Ben bilmem, renkleri anlat bana.. Güzel mi yüzün de sesin gibi? Anlat Mahruyan, kendini anlat bana.. Görmek için sadece gözler yetmezdi.En az göz kadar yürek de görmeliydi.Genç adamın körlüğü, uzuvları tam ancak yür...