Kanadı kırık melek, altın kalpli adam da bulmuştu teselliyi.Peki ya şimdi?Kadın yaşama küstü. Adam onsuzluğa.
2 Sene Sonra...
Yağmur, toprağa düşerken birçok şeye derman olurdu aslında. Susuz kalmış bitkileri doyururdu öncelikle. Kirlenmiş havayı temizler ferah bir koku salardı ortalığa. Ya da genç adama yaptığı gibi birkaç damla gözyaşını saklamak için onlara karışırdı. Böylece kimse anlamazdı ağladığını.
Yağan yağmurun da etkisiyle adımlarını hızlandıran genç adam binanın kapısını açarak içeriye girdi. Kullanmaya gerek dahi duymadığı şemsiyesine bakıp diğer şemsiyelerin içinde bulunduğu kovaya basket atarcasına fırlattı. Koridorda ilerlerken kendine selam veren birkaç kişiye selamını esirgemiyordu.
Sonunda küçük sınıfın önüne geldi ve ceketini düzelterek kapıyı açtı. Sınıftan gelen gırgır, şamata bir anlığına durdu ve yaramaz miniklerin iflah olmaz gürültüleri kaldığı yerden devam etmeye başladı.Genel olarak küçüklerin oluşturduğu bu sınıfta birkaç tane liseli, birkaç tane de yetişkin bulunuyordu. Genç adamın gür sesiyle ortalık sakinleşti.
-"Herkes yerlerine geçsin arkadaşlar."
Genç adam, köşede duran gitarını aldı ve akordunun bozuk olup olmadığını kontrol etmek için elini tellerin üzerinde gezdirdi. Çoğunluğunu görme engellilerin oluşturduğu bu gruba bir buçuk yıldır gitar dersi veriyordu.
-"Herkesin gitarı yanında mı bakalım?"
Topluluk hep bir ağızdan konuştu.
-"Eveeet"
-"Hadi o zaman ilk sıradan başlayalım. Geçen hafta öğrettiğim akoru tekrarlayacağız. Başla bakalım İsmail! La minor"
İsmail'in küçük elleri her seferinde yanlış tele gidiyordu. Genç adam anlayışla gülümseyip yanına gitti çocuğun. Ellerini doğru yere konumlandırıp devam etmesini söyledi. Tüm öğrenciler çok seviyordu hocalarını. Suat Hoca diğer hocalar gibi hiç birine kızmıyor ve her birine ayrı ayrı sabırla öğretiyordu.
Ayrıca geceleri bir mekânda şarkı söyleyip gitar çaldığını da duymuşlardı. Zaman su gibi akıp geçerken ders bitti ve herkes toparlanmaya başladı.Suat da nemli ceketini tekrar giyip simsiyah gözlüklerini taktı. Önceden olsa çok sevdiği biri gözlüğün yakışmadığını, o güzel gözlerini saklamaması gerektiğini söylerdi. Amaartık her şey çok değişmişti.Yanında ne sevdiği vardı, ne de eski benliği.
Mahruyan'ın ağzından...
-''Bakın Nihal Hanım, söylediğim gibi benim elimden bir şey gelmez. Mahruyan'a söyleyip moralini bozmak istemem ama hafızası hiç gelmeye de bilir. Garanti veremem. Size tavsiyem en başında da söylediğim gibi yavaş yavaş bilgi verip, anılarını azar azar hatırlatmanızdır. İyileşmesini ümit etmekten başka bir seçeneğim yok. İyi günler.''
-''Peki, Melih Bey size de iyi günler.''
Her ne kadar fısıltıyla konuşmaya çalışsalar da pek başarılı değillerdi. Televizyon karşısında yayıldığım koltukta portakal dilimlerini mideme indiriyordum. Hadi ama benim de kulaklarım vardı ve duyabiliyordum. Annem doktoru yolladıktan sonra bir bardak sütle yanıma geldi. Saçlarımı şefkatle okşayıp bir öpücük kondurdu. Kazadan bu yana üstüme titriyor resmen balla yağla besliyordu. Elinde ki bardağı dudağıma dayadı.
-''Hadi kuzum şunu da iç.''
İçtiğim birkaç yudumdan sonrası boğazımda kalırken öksürdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahruyan Uyan!
RomanceSöyle Mahruyan saçlarının rengini Ben bilmem, renkleri anlat bana.. Güzel mi yüzün de sesin gibi? Anlat Mahruyan, kendini anlat bana.. Görmek için sadece gözler yetmezdi.En az göz kadar yürek de görmeliydi.Genç adamın körlüğü, uzuvları tam ancak yür...