Durma, devam et nefes alırken ölmeye!
(Sabahattin Ali) KUYUCAKLI YUSUF
Elimdeki kitabın tozları havada uçuşurken güneş ışınları her bir taneciği başka bir yöne savurdu. Uzun ince parmaklarım yeşil yüzeyde gezinirken kitabın arkasını çevirip konusuna göz attım. Bu kitabı daha önce okumuş olabilir miydim acaba? Kitabın tozlu sayfalarını aralayacağım sıra annem teras katın kapısını hızlıca açtı.
Elini sinek kovar gibi sağa sola sallayıp öksürdü.
-" Napıyorsun kızım? Tozdan ölüp gideceksin in artık aşağı. "Sonra da burnunu kırıştırarak etrafta göz gezdirdi.
-"Buraya bir ara el atsam iyi olacak."
Bende onaylayarak kafamı salladım. "Önce örümcekleri atlatman gerekecek."
Arkamı dönüp giderken pis pis gülüyordum. Annemin buna kayıtsız kalmayacağını biliyordum. Arkamdan seslendi.
-Örümcek mi gördün kız?
Merdivenleri inerken bağıra bağıra keyifle söylendim.
-Hem de tarantula.
Sözlerimden hemen sonra teras katın kapısı hızla çarpıldı ve annemin ince topuklu terliği hızla merdivenleri inmeye başladı. Odamın kapısını açarak pencereye yöneldim. Pencereyi açacağım sıra niye yanımda getirdiğim hakkında bir fikrim olmayan kitabı masanın üzerine koyup tekrar pencereye yöneldim. Temiz hava içeriye tatlı bir bahar havasıyla süzülüverdi.
Oturduğumuz yer kasabanın ormana yakın bir kesimiydi. Kasabanın çıkışı da diyebilirdim.Havanın güzelliğine de bakarsak çıkmazsam ayıp ederdim.Mor renkli eşofman takımımı giyip telefonumu ve kulaklığımı da alarak çıkış kapısını açtım.
-"Anneee ben biraz dolaşacağım."
Cevap gecikmedi. "Tamam kızım gecikme."
Ağaçların, doğanın verdiği huzuru başka ne verebilir ki? Kendimi huzurlu hissettiğim sayılı yerlerden biri. Bazen bir işe yaramadığımı düşünüyorum. Ne geçmişim var ne bir hedefim. Öyle bir boşluk var ki içimde , bir türlü dolmuyor. Düşünmeye başlamamla birlikte tempomu da arttırıp kulaklıklarımı taktım. Yüzüme çarpan rüzgar ağaçların ve çiçeklerin o ferah kokusunu da armağan ediyordu. Neredeyse her gün koştuğum bu yolda bir değişiklik yapıp sağa saptım. Kasabanın içine ne zamandır hiç uğramıyordum.
Yaklaşık on dakika koştuktan sonra işlek bir caddeye varmıştım.Tempomu yavaşlatarak küçük bir havuzu andıran yapının kenarına oturdum.Bu küçük yapının tam ortasından yukarıya doğru uzun ince bir su fışkırıyordu.Büyük gövdesiyle güneşi engelleyen ağaç ise bu yapının hemen dibindeydi.Yapraklarından birkaçı havada süzülerek süs havuzuna kondu.
Gözümün önüne gelen saçları kulağımın arkasına koydum ve yanımdan büyük bir gürültüyle geçen çocukları izledim.Pamuk şeker satan yaşlı adamın yanına gelip heyecanla bir şeyler söylediler.Bu tonton dede de onların sevincine ortak olup ellerine birer tane tutuşturdu. Para uzatan çocukları da kibarca reddedip hepsine göz kırptı.
Her ne kadar gölgede olsam da yelpaze gibi yaptığım ellerimle kendimi serinletmeye çalıştım. Gözü bana takılan adam titrek elleriyle mavi renkli bir pamuk şekeri özenle yerinden çıkarıp bana doğru yürüdü. Şaşkınlıkla onu izlerken gülümseyerek elindeki pamuk şekeri bana uzattı. Öyle tatlı gülümsüyordu ki reddetmeye gönlüm elvermedi. Onu kırmadan elinden alırken mahcupça konuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahruyan Uyan!
RomanceSöyle Mahruyan saçlarının rengini Ben bilmem, renkleri anlat bana.. Güzel mi yüzün de sesin gibi? Anlat Mahruyan, kendini anlat bana.. Görmek için sadece gözler yetmezdi.En az göz kadar yürek de görmeliydi.Genç adamın körlüğü, uzuvları tam ancak yür...