Buz tutmuş kalbim sessizce erimeye ve damla damla akmaya başladı. Bundan sonra ne olacağı bilinmezlikti benim için. İçime akan sular boğacak mıydı beni, yoksa kor gibi yanan ruhumun sızısını mı alacaktı? Fakat bildiğim tek gerçek vardı. Suat şu kısa ömrümdeki dönüm noktamdı. Onu gördüğüm ilk andan beri değişmişti içimde bir şeyler. Şimdi ise kendime ettiğim itirafı düşünerek yürüyordum.
İtirafım tüylerimin ürpermesine yetecek cinstendi.
Suat'ı seviyordum.
Söz konusu Suat olunca saklandıkları yerden teker teker çıkan duygularım vardı. Bir anlık hoşlanma denemezdi buna, belki aşk bile değildi. sevgiydi adı. Bunu nasıl anlatabilirim ki? Onun görmeyişiyle ile ilgili tüm söz ve imalar yaralı ruhuma bıçak saplıyordu. Sanki o üzülünce benim de canım yanacak gibi. Sanki, sanki o gülümseyince bu dünya yaşamaya değecek gibi. Onu tanıyalı ne az zaman olduğunun ben de farkındayım. Fakat söz konusu kendimi kandırmamaksa, durum böyle.
Ellerim cebimde sallana sallana ilerlediğim yolda yan taraftaki hareketlilikle gözlerimi o yöne çevirdim. Cihat kaldırımın üstüne rastgele savurduğu çantasına bir tekme attı. Elinde tuttuğu telefon onu daha da delirtiyordu.
-''Neden arıyorsun beni? Sus! Oğlum deme, kullanma o kelimeyi. Hak etmiyorsun sen baba olmayı. Ben daha kundaktayken bizi terk etmeden önce düşünecektin onu. Ama ne var biliyor musun nefret ediyorum senden.''
Biraz duraksayarak soluklandı, telefonda konuştuğu kişinin dediklerini dinledikten sonra, sanki mümkünmüş gibi kaşları daha da çatıldı. Bu durumdan yerde yatan çanta da bir tekmeyle nasibini aldı.
-''Sen hak etmiyorsun affedilmeyi, ama "Suat" O...o kadar yüce gönüllü ki sana küsmememi, senin beni sevdiğini söylüyor. İnanabiliyor musun? Sanki kendi canı yanmıyor gibi, baba özlemi çekmemiş gibi. Onun da babası değilmişsin gibi! Onu hak etmiyorsun. Suat'ı da beni de hak etmiyorsun. Sesini duymak istemiyorum arama bir daha!''
Kulaklarım işitmemesi gereken şeyleri işitiyordu. Dinlemem doğru değildi. Suat'ın anlattıklarını da hatırlayınca babalarına içimden küfür ederken ayaklarım geriye doğru bir kaç adım attı ve arkamı dönerek oradan uzaklaşmak için hareketlendim. Tabi bu durum Cihat'ın bana seslenmesiyle son buldu.
-''Bekle!''
Tekrar arkamı döndüğümde bir çift ateş saçan gözün odağındaydım.
-''Gerçekten gizlice beni dinleyip bir de arkanı dönüp gidiyor musun?''
Yutkundum ve sinirden burnundan soluyan Cihat'a konuştum.
-'' Hayır, sadece buradan geçiyordum ve birden dikkatimi çektin, gidiyordum yani. Dinlemek istemedim.''
Bana doğru attığı birkaç geniş adımla yanıma ulaştı ve kafasını yana doğru yatırdı.
-''Mahruyan bu duydukların aramızda kalacak tamam mı? Abime bahsetmeyeceksin. Bu arada bugün sınıfta olanlar. Suat'ı savunmandan bahsediyorum. Kendini mecbur hissetme bir daha. Onun senin acımana ihtiyacı yok.''
Neler söylüyordu böyle? Şaşkınlıkla gözlerim açılırken en az onun kadar sinirliydim şu an. Konuşmama fırsat vermeden devam etti.
-''Üzme onu, hisleriyle de oynama tamam mı?''
Artık sabrımın taştığının alameti olarak kaşlarım çatıldı. Suat'la yalnız kaldığımızda imalarda bulunup sırıtan kendisi değildi sanki.
-''Sen? Ne dediğini sanıyorsun? Nasıl böyle konuşabiliyorsun?''
Öfkem onu saniyelik afallatsa da dikkatle dinledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahruyan Uyan!
RomansaSöyle Mahruyan saçlarının rengini Ben bilmem, renkleri anlat bana.. Güzel mi yüzün de sesin gibi? Anlat Mahruyan, kendini anlat bana.. Görmek için sadece gözler yetmezdi.En az göz kadar yürek de görmeliydi.Genç adamın körlüğü, uzuvları tam ancak yür...