Altın Yürekli Prens ve Kanadı Kırık Meleğin Hikayesi
Asi yağmur damlacıklarının, kızıl toprağa savrulmasıyla başladı bu hikaye...Kim bilir belki de bir çakmağın ateşini yitirmesiyle...
Sakın yanlış anlama bu grinin ya da siyahı aydınlatan beyazın hikayesi değil. Önünüzü bile göremeyeceğiniz kadar saf siyah barındıran zifiri karanlığın hikayesi...
Renklerin nasıl bir şey olduğunu bilmeyen, karanlığa hapsolmuş bir prens vardı. Balı andıran gözleri hiçbir şeyi göremezdi. Ne çok ünlüydü ne de göz kamaştıracak kadar yakışıklı...Neden böyle olmasındı? Kusursuz mu olmalıydı bütün prensler? Hayır...
Simsiyah saçları gecenin tüm rengini emip kendine saklarken, bal rengi gözleri ise çiçekleri bile kıskandırırdı. Altın kafese kapatılmış bir kuş misali, onun hayalleri de altından yapılmış bir yüreğe hapsolmuştu. Fakat prensin bilmediği bir şey vardı.
Bir gün öyle bir varlıkla tanışacaktı ki, bu varlık onun altın yüreğini hiç incitmeden içinde ki hayalleri usulca çıkarıp, tek tek gerçekleştirecekti. Yeşertecekti kırık kanadı üzerinde.
Evet, bu varlık bir melekti. Kırık kanatlara ve hüznün yuva kurduğu kahve gözlere sahip bir melek... Saçları tıpkı bir şelale gibi berraktı. Ailesinden biri ihanet etmişti ona...Melek ise kaldıramamıştı bunu, kırılmıştı o naif kanadı.
Hissiz olmayı seçti ve kimsesiz...Birleştirmedi kanatlarını. Çünkü uçmak istemiyordu artık.
Ve o an bir mucize gerçekleşti.
Melek ve prens tanıştı, kalpler kesişti.
Bu masalın sihirli değneği, prensin beyaz çubuğundan başka bir şey değildi.Önce prensin değneği çarptı, meleğin sihirli sandaletlerine...
Sonra nefesi çarptı, üşüyüp buz tutmuş tenine...
Akrep yelkovanı, günler birbirini kovaladı. Kainatı dolaşan melek yine rastladı mahsun prense.. Ölüm gelmişti prensi almaya. Siyah pelerini rüzgarda dalgalanan ölüm gülümsüyordu.Tıpkı kendi gibi simsiyah olan gözleri prense kayıyordu.
Bir an bile düşünmedi melek kurtardı prensini..
Artık prens için olmuştu, dilinden düşüremediği iyilik perisi..
Sadakatle sarmalandılar, aşk tarafından kutsandılar. Toz pembe tüllerin uçuştuğu dünyalarında artık onlar birbirini seven iki mutlu aşıktılar...
O kadar seviyorlardı ki birbirlerini. Onları görenler haset ederlerdi.
Şunlara bak nasıl da seviyorlar birbirlerini derdi.
Prens öpücükleriyle onardı meleğinin kırık kanadını. Melek ise prensin gözlerinden öperek durdurdu zamanı...Vakit gelmişti...Bu iki aşığa bir ödül bahşedilecekti. Artık prensin gözleri görecek pamuk şeker mavisiyle, kar beyazı ayırt edebilecekti. Vakit yenilenme vaktiydi.
Vakit önce yanıp sonra küllerden doğma vaktiydi...
Her şey mutlu mesut gidedursun aniden hava karardı. Sonra öyle bir şey oldu ki zaman durdu. Kuşlar ormana küstü, aşıklar birbirine...Çiçekler açmayı bıraktı, yağmurlar yağmayı...
Prensi alamadığı için kızgın olan ölüm intikam ateşleri içinde yanmıştı. Her gün kendini kahrederken en sonunda soluğu meleğin yanında almıştı. Öldürmek istemedi meleği.
Daha ağır bir ceza vermeliydi...Daha ağır bir keder...
Öyle bir hasar bıraktı ki melekte öldürmekten beter...
Anılarını almıştı ondan, sevdiğini almıştı...
Artık gözleri gören prens için yaşamanın ne anlamı kalmıştı?
.
.
(Kuşkonmaz Cad./Safir sokak/Bahar apt./No:2/ Nehirli)
Bir dost...
......................................................................................................
Bu neydi şimdi? Böyle son mu olur? Ve neden ağlıyorum ben.Ellerimle şakaklarımla masaj yapmaya başladım. Nerden çıkardım sanki bu kağıdı. Bu sadece bir masal değil hissedebiliyordum. Betimlemede ki her şey kafamdakinin aynısı...Bal gözler..Hikayede meleğin anılarını yitirdiği yazıyor. Sanki beni anlatıyor. Çıldıracağım. Bir masal nasıl bu kadar etkileyebilir beni? Gerçekten çıldıracağım... gözü görmeyen prense ne demeli?
Hıçkırıklarım nefes almamı zorlaştırırken, elim saçlarıma gitti. Sinirden çekiştirdiğim saçlarım tatmin edemiyordu beni. Neden hatırlamıyordum sanki? Herkes yabancıydı bana herkes. Ölmüş babamı bile hatırlamaktan acizdim ben. Peki ya beynimi yeyip biteren o sese, o gözlere ne demeli?
Avcumda sıktığım kağıdı öfkeyle yatağın altına fırlattım. Hıncım geçmemiş olacak ki rastgele salladığım tekmeler beni ele veriyordu. Ağlamam şiddetlenirken hiçbir şey umrumda değildi artık. Sesimi duymak istiyorsa duysundu aptal komşular.Canım acıyordu. Odada ki herşeyi parçalayıp, kırmış olsam bile hala acıyordu.
Duvarda monte edilmiş aynaya yaklaştım ve bir zavallı gibi görünen kendime baktım. Ve perişan bir durumda olan yansımama bağırdım.
-Hatırla!!
-Hatırla seni aptal!!
Yumruğum aynayı parçalara ayırırken ellerim anında kırmıza boyandı.Vurmaya devam ettim, bir tür sinir krizi geçiriyordum sanırım.Kapıyı kırarcasına açıp içeriye dalan annem şok olmuş gibi suratıma baktı.Son parçayı da elimle kırdıktan sonra bağırmaktan kısılmış sesimle sayıklamaya devam ettim.
-"Lüt...fen hatırla. Lütfe..nn"
Annem beni engellemek istercesine kollarını etrafıma doladı.O da iç çekerek ağlıyordu.
-"Yapma, güzel kızım!! Yapma Mahruyan'ım!!"
Savunmasız bir çocuk gibi ona sokuldum.
-"Can..ım yanıyor anne! Çok yanıyor."
-Geçecek kızım, geçecek annem. Kevserr!! Kevserr!!
Bugünden bana kalan son şeyler acı ve gözyaşı olurken annemin kolları arasında yavaşça gözlerimi yumdum.
-Affet beni kızım...
-Affet beni...Affet...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahruyan Uyan!
RomanceSöyle Mahruyan saçlarının rengini Ben bilmem, renkleri anlat bana.. Güzel mi yüzün de sesin gibi? Anlat Mahruyan, kendini anlat bana.. Görmek için sadece gözler yetmezdi.En az göz kadar yürek de görmeliydi.Genç adamın körlüğü, uzuvları tam ancak yür...