-"BAL GÖZ"!!!
Seslenişimden sonra koca bir gürültü koptu gökyüzünden.Pencerelere vuran yağmurlar daha da şiddetlendi.Ruh halim hava durumuna yansımıştı sanki.Öfkenin, aşkın ve özlemin karıştığı karmakarışık hisler...
Yanındakilere bir şeyler söyleyen Suat benim ufak seslenişimle -tamam itiraf ediyorum hiçte ufak değildi- anında ayağa fırladı. Kahverengi ve siyah desenlerin süslediği gitarı büyük bir gürültüyle yere savruldu.Etraftan yükselen uğultu gök gürültülerine karışırken Suat çıldırmış gibi topluluğa bakmaya başladı.Gözleri delice etrafı süzüyor, aramızdaki onca mesafeye inat dudaklarından dökülen "Mahruyan" kelimesi içimi sızlatıyordu.
Yanındakiler merakla bir şeyler sormaya devam ettiler.Daha demin minicik elbisesine bakmadan mandal gibi eğilen kız onu sakinleştirmek ve neler olduğunu anlamak namına koluna sarıldı.
Büyük bir suç işlemişte her an annesine yakalanacak bir çocuk gibi olduğum köşeye sinmiş kapıya yakın bir yerlerde hareketsizce onu izliyordum.
Duymuştu işte beni...
Suat'ın uzun ince parmakları kolunu saran eli olması gerektiğinden daha sert bir şekilde kavrayıp kendisinden uzalaştırdı. Kız hala yapmacık bir şaşkınlıkla yaklaşmaya fırsat kollarken Suat mikrofonu eline aldı.
-Kimdi o?
Bunu sert bir şekilde sorarken eminim ki sesinin bu denli heyecanlı çıktığının farkında değildi.Sanki kılımı kıpırdatsam beni fark edecekmiş gibi nefesimi tutup heykel gibi oracıkta kaldım.
Gözü tüm masaları arşınlarken elini ensesinde gezdirip terlediği belli olan ipek saçlarını karıştırdı.Nefesinin sık ve heyecanlı olmasına aldırmadan yutkunarak titrek sesiyle tekrar konuştu.
-Burada mısın?
Hiç kimse ortada neler döndüğünü anlamadan hayretle Suat'a bakıyor, hepsi aralarında fısıldaşıyordu.İki elimle ağzımı kapatıp ardı ardına kesilmeyen hıçkırıklarımı bastırdım.Boğazım acıyordu.Kalbim, nefesim, kirpiklerim, sesim bile acıyordu.
Demin her ne kadar delice bir cesaretle ona seslenmiş olsam da onunla yüzleşmeye, onun kırgın bakışlarını görüp, belki de artık beni sevmediğini söyleyişini duymaya hiç hazır değildim.
Elimi ağzımdan çekip arkamı döndüm ve çıkışa koşmaya başladım.Tabi büyük bir şapşallıkla yanından geçtiğim içecek masasını da beraberimde düşürmeyi ihmal etmedim.Eş zamanlı olarak sahnede ki mikrofon da yeri boyladı.Kendime küfrederek hızla doğruldum düştüğüm yerden.
-Salak...Salak Mahruyan! Bir işi de düzgün yap.
Kendimi dışarı atıp, "Safir" tabelasının yanından hızla uzaklaşırken delice yağan yağmurun azizliğine uğramamak için artık çok geçti.Tüm hislerim arkamdan koşan kişinin Suat olduğunu yüzüme haykırıyordu.Neden koştuğuma dahi anlam veremezken büyük bir aptal olduğumu ve çok ta üzerinde durmamam gerektiğini kendime tezkin ettim.
Siyah kapüşonumun şapkasını kafama geçirdiğimde çoktan ağaçların ve bankların bulunduğu parka gelmiştim bile.Karnımın yan tarafları sızlıyor, nefes alışverişim korku filmlerindeki katilden kaçan kurbanları anımsatıyordu.
İşin ironik kısmı ise ne ben kurbandım...
Ne aşık olduğum adam katil...
Arkamdan gelen gür ses nefes nefese bağırdı.
-"Dur... Dur dedim"...
Ayaklarım beni dinlemeden olduğum yere çakılıp kalmış gibi tek bir hamle dahi yapmadılar.Yağmura karışan ılık gözyaşlarım beni ısıtan tek şeydi.Yüzümü kırbaçlayıp nefes almamı zorlaştıran yağmur onu da ıslatıyordu.Biliyorum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mahruyan Uyan!
RomanceSöyle Mahruyan saçlarının rengini Ben bilmem, renkleri anlat bana.. Güzel mi yüzün de sesin gibi? Anlat Mahruyan, kendini anlat bana.. Görmek için sadece gözler yetmezdi.En az göz kadar yürek de görmeliydi.Genç adamın körlüğü, uzuvları tam ancak yür...