Herkesin hayatında bir kırılma noktası olduğu varsayılır. Kimi büyük hastalıklar geçirip ölümden döner, kimi büyük acılardan geçer. Bazıları ise yıllarca hasretini çektikleri şeye kavuşur. Leyla hayatının geri kalanı boyunca hep kendi kırılma noktasının ne olduğunu düşündü durdu. Ayşe'nin kapısına dayandığı an mı? Yoksa Cesur'un elinde bir hediye paketiyle evlerine misafirliğe geldiği gün mü? İkisinden biri gerçekleşmemiş olsaydı, Leyla'nın hayatı ne yönde değişirdi acaba?
O Cumartesi sabahı Bursa'ya bomba atılsaydı, ortalık ancak bu kadar karışabilirdi.
Leyla soğuk havaya rağmen bebeğin gün aşırı yıkanmasında ısrar ediyordu. O sabah çocuklarda banyo saatine eşlik etmek için odaya doluştular. Melek hanım ve Leyla büyük bir titizlikle hem üşütmeden, hemde incitmeden ellerinde tuttukları minik bedeni yıkamaya uğraşırken kilometrelerce yol yürümüş kadar yorulmuşlardı. bebeğin giyinmesi de bittikten sonra Leyla vücudunu gererek, tutulan belini esnetmeye çalıştı. Melek hanımın onu yapacak kadar takati kalmamış olmalı ki, iki büklüm yürüyerek kendini torunlarının oturduğu kanepeye bıraktı.
_Bu işler eskiden de bu kadar yorucu muydu? Yoksa ben elden ayaktan düşmüş bir kocakarı mıyım?
Leyla, kayın validesinin alaycı yorumuna gülerek karşılık verdi.
_Kendinde kusur arama anne.. Bir şey olacak diye korkudan kendimizi sıkıyoruz da ondan her yerimiz tutuluyor. Valla ben sırtımdan kamyon geçmiş gibi hissediyorum.
Emine banyodan sonra kurt gibi acıkan oğlunu emzirirken, bir yandan da laf yetiştiriyordu.
_Kalkayım mı artık Melek anam. Vallahi siz böyle çırpındıkça bana fenalık geliyor. Yata, yata hasta olacağım.
Melek hanım kaşlarını çatıp , genç anneye korkutucu bir bakış attı.
_Lohusanın mezarı kırk gün açık kalırmış. Bizi de vebale sokma yat işte. Büyüklerin bir bildiği var ki, bu lafı demişler değil mi?
İki kadın büyüklerin söyledikleri lafların doğruluğunu tartışırken, çocuklar bebeğin nasıl yıkandığını sanki diğerleri görmemiş gibi tekrar, tekrar anlatıyorlardı. Leyla konuşmalarla kaybedecek vakti olmadığını hatırlayıp, yatak odasında hala uyuyan kocasını kontrol etmeye gitti. İstanbul yolculuğundan soğuk algınlığıyla dönen Cesur, dün geceyi ateşler içerisinde ama doktora görünmemek konusunda kararlı, sabaha kadar kıvranarak geçirmişti. Tabii Leyla'da onun başında...
Tam odanın kapısını açmak üzereyken, çalan zil erken saatte gelen bir misafirleri olduğunu haber verdi. Leyla üzerindeki önü ıslanmış elbiseye hızlıca göz atıp, değiştirecek zamanı olmadığından merdivenlere yöneldi. İnşallah yabancı değildir diye dua ederek, kapının koluna asıldı....
Ayşe ter içinde kalan avuçlarını kırmızı mantosuna sürterek, temizledi. Bu kapıya son geldiğinde yine bu günkü gibi karlı bir gündü. Kucağındaki oğlunu bir eşya gibi babaannesinin kucağına bırakışı aklına gelince, omur iliğinden tüm vücuduna bir ürperti yayıldı. Acaba bayılacak mıydı?
Leyla kapıyı açtığında tanıdık bir yüzle karşılaşmayı bekliyordu. Ancak nereden tanıdığını hatırlayamadığı kadını süzerken, aklı karıştı.
_Buyurun..... Kime bakmıştınız.
Ayşe konuşabilmek için ağzını açtıysa da, sesi çıkmayınca tekrar kapattı. Yiğit Ayşe'nin ısrarları sonucunda bahçe kapısında bekliyordu. Gözleri bir şahinin ki gibi kapıda ki iki kadının üzerindeydi. Leyla 'nın onu görmesi de uzun sürmedi. Şimdi kafası iyice karışmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AĞLA(ma)YACAĞIM
RomanceBu bildiğiniz aşk hikayelerinden değil... Peri masalı mı istiyorsunuz? SİNDRELLA'YI OKUYUN! Bu hikaye size göre değil...