-12- Uçurum

247 36 4
                                    

**

İnsanlar olarak, acımasızdık. Sadece içinde bulunduğumuz durum ve o durumda hissettiklerimiz yön veriyordu her şeye. Kendimizi kurtarmak için can yakmamız gerekirse yakıyor, çıkarımız için birilerini mahvetmemiz gerekirse, ediyorduk.

Ama şöyle bir ayrıntı vardı ki, kötülük bile mertçe yapılmalıydı. Bıçak mertçe saplanmalıydı. Can, mertçe yakılmalıydı. İnsan düşman olacaksa bile, mertçe olmalıydı.

Ben son kozumu kullanarak bıçağımı hasmımın omzuna saplarken acımasızdım. Başını eğip yüzüne dizimi geçirdikten sonra silahını alırken de öyle.

Silahı karşımda Batı'yı tutan ellere doğrulttuğumda düşmandım; düşmanlığını gizlemeyen bir düşman. Silahını doğrultacağı, bıçağını saplayacağı düşmanlarıyla yumruk tokuşturan değil, silahını açıkça doğrultan bir düşmandım. Düşmanlarına iyi şans dileklerini değil, tehditlerini yönelten bir düşmandım!

Hayır, savaşta her şey mübah değildi. Düşmanlıkta bile mertlik gerekirdi.

Silahımı sıkı sıkı tutarken baş dönmemi kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Karşımda bana doğrultulmuş onlarca silah ve silahları tutanların elinde Batı ile Kaan varken ihtiyacım olan son şey karanlığın içine çekilmekti.

"Bırakın onları." Dedim üzerine basarak, tane tane. Telaşlı görünmemeye çalışıyordum.

"Neden?" dedi biraz önce Burak'ın yanında duran Baturalp. "Beni mi vurursun?"

Söylediği şeyin üzerine iki adam silahları hala bana dönük iken Baturalp'in önüne geçtiler.

"Vuramazsın." Dedi sonra. "Adamlarımdan birini mi vurursun? Vur. O elindekiyle en fazla 9 kurşun sıkabilirsin. Bize hareket vakti tanımayacak hız ve mükemmellikle şarjörü boşaltsan bile, yine sayıca senden üstünüz."

Tek yapabildiğim silahı daha sıkı kavramak oldu. Haklıydı. Elimdeki tek şey koca bir çaresizlikten ibaretti. Yapabilecek hiçbir şeyim yoktu. Arkamda bir kaçış yolu vardı, ama Batı ve Kaan buradayken bu benim için ihtimal dahilinde bile değildi.

"Şimdi, bırak o silahı küçük kız."

Allah'ım ne yapacaktım ben?

"Bırakma Ecmel, çık buradan!" Dedi Batı.

"Arkadaşlarını burada mı bırakacaksın?"

Beynimin içi uğulduyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Onları bırakıp gitmeyecektim, ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Yanımda Batı olmayacaksa buradan çıksam ne olurdu, çıkmasam ne olurdu? Döndüğümde onları bulamama ihtimalinin varlığı yüzünden çıkıp toparlanarak onları almaya gelme ihtimalini de direkt eliyordum. Yalnız kalmak istemiyordum. Zaten herkesi ve her şeyimi kaybetmişken şimdi bir de Batı'sız kalma ihtimalini göze alamazdım. Onsuz yapamam değildi, onsuz yapmak istemiyordum. Eğer buradan birlikte çıkamayacaksak tek başıma çıkmayacak ve burada karşılaşacağımız her neyse birlikte karşılaşacaktık.

Ama şu an eli kolu bağlıydı ve bir şeyler yapabilecek olan kişi bendim. Bununla birlikte hiçbir şey yapamadan ayakta dikilen de bendim. Batı benim yerimde olsa bizi kurtarırdı diye düşündüm. Batı bir yolunu bulur, bizi kurtarırdı. Sen de yapabilirsin Ecmel, düşün!

"Allah kahretsin!" diye bağırdım. "Allah kahretsin."

"Ecmel." Batı'nın sesiyle ona döndüm.

"Git buradan. Arkanı dön ve çık buradan!"

"Gitmeyeceğim." Dedim. Gideceğimi düşünüyor muydu cidden? Onları bırakıp çıkacağımı? Öyle bir şey olmayacaktı. Bu bizim yolumuzdu, ne olursa olsun birlikte olacaktık. Ve anladığım kadarıyla, Batı'nın da aklına başka bir yol gelmiyordu. Ya tek başıma gidecek, ya da silahı verecektim. Eğer başka bir çözüm olsa gitmemi söylemek yerine, bir şekilde anlatmaya çalışırdı.

DilemmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin