18 - Kapan - 2. Kısım

118 12 11
                                    



Önce şiddetini yavaşça azaltan bir çınlama, ardından bulanık ve dönme dolap gibi dönen görüntüler. Gürültülü bir sessizlik.

Tüm bunların biraz olsun hafiflemesi için birkaç dakika geçmesi gerekti; ve ardından bana o karanlığı özletecek ses duyuldu. Tuğçe.

"Günaydın tatlış."

Vücudumdaki uyuşukluk geldiği yere geri dönmemekte ısrar edip oyalanıyordu. Sonunda başımı kaldırıp bakabildiğimde gözüm Tuğçe'ye değil, daha önemli bir detaya takıldı.

Meşhur Ertuğrul Aliyar. Küçük şeytanların babası, büyük şeytan.

Oturduğu koltukta o kadar keyifli gözüküyor, gözleri o kadar enerjik bakıyordu ki, bu görüntünün vücuduma pompaladığı öfke kendime gelmemi kolaylaştırıyordu. Gözlerimi bu gecenin sonunda feri sonsuza dek sönecek olan gözlerinden ayırıp etrafa göz gezdirdim. Daha önce görmediğim bir bahçedeydik. Sağ tarafta nereye gittiğini kestiremediğim bir çıkış vardı. İki katlı bir bina gibi gözüküyordu.

Diğer taraflar ise yüksek duvarlarla çevriliydi. Biz bahçenin arkasına yakın bir yerde, ellerimiz arkamızda bağlı bir halde yerde dizlerimizin üzerinde oturuyorduk. Batı solumda, Kaan ise onun solundaydı. İkisinin de ağızları bantlıydı ve Burak ortalarda görünmüyordu.

Etrafta silahlı adamlar vardı, bahçenin ortasında bir oturma grubunda da Ertuğrul ile Tuğçe oturmuş bizi izliyordu. Özgür'ü de görememiştim ve hala vücudumu hareket ettiremiyordum.

Zar zor bulduğum sesimle Batı'lara, "İyi misiniz?" diye sormuş, karşılık olarak olumlu anlamda bir baş işareti almıştım. Batı'nın gözleri kıpkırmızı görünüyordu ve bu içime derin bir huzursuzluk yaymıştı. Batı bunun hemen ardından bana arkamda bir şeyi işaret etmişti. Dönüp bakmaya çalıştıysam da gücüm yetmiyordu. Dönemiyordum ve ben dönemedikçe Batı daha hararetli bir şekilde işaret ediyordu.

"Dönemiyorum, biri mi var?"

Olumsuz anlamda başını salladı. Durumu anlamak için daha fazla girişimde bulunamadan, Tuğçe araya girdi.

"Yeterince özlem giderdiyseniz konuya dönelim mi? Ölmeniz gereken bir konu var da?"

Tuğçe'ye yandan bir bakış atıp gözlerimi devirdim. Batı'yla tekrar konuşmaya başladığımda aceleciydim.

"Aradığını buldun mu?"

Gözlerini kapatıp açtı.

"Peki?..."

Gözlerini bir kez daha kapatıp açtı ve başını öne doğru salladı.

Kanım neredeyse buharlaşma derecesine ulaşacak bir sıcaklıkla kaynamaya başlamışken önüme döndüm.

"Seninle tanışmak ne büyük şeref, Ecmel Kınalp." Dedi, en az Tuğçe kadar itici bir sese sahip olan babası.

"Ben de senin için aynısını söylemek isterdim," dedim başımı kaldırarak. "Ama şerefsizin tekisin."

Tuğçe elini önündeki alçak masada duran silaha atarken Ertuğrul gülerek onu durdurdu.

Silah senin neyine, haspam.

"Babana çok benziyorsun." Dedi geriye yaslanıp ayaklarını rahatça açtığı oturuşunu hiç bozmadan. "Sizi öldüren şey kibir ve gururunuz."

Ölümden bahsetmesi kanımı fokurdatırken öfkeme yenilip ayağa fırlıyordum ki, vücudum bana itaat etmeyerek beni oturduğum yerden bir santim bile oynatmadı. Bir iki başarısız denemenin ardından, karşımdakilerin alaycı gülüşleri arasında dişlerimi sıkıp durdum. Sözleriyle provoke olmayacaktım. Eğer amacıma ulaşmak istiyorsam, sakin ve soğukkanlı olmalıydım. O sürtüğün bana enjekte ettiği şey her ne haltsa onun etkisi geçene kadar sabırlı olmalıydım.

DilemmaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin