Ölümün karanlığı çökmüştü cümlelerimin üzerine. Ölümün yıkıcılığıyla bezenmiş cümlelerle doluydu içim. Elimdeki kitabın cümlelerine odaklanmamı engelliyordu bu hal. Gözlerimin önünden vakit geçmeden kaybolan bir siluet olmaktan öteye gidemiyordu hiçbir harf, hiçbir kelime. Sadece bir anlığına var oluyorlardı, sonrasında yer edinemiyorlardı benliğimde. Tüm benliğim haftalardır keskin bir acı ve öfkeye odaklanmış durumdaydı, başka bir şeyi ne gözüm görüyor, ne zihnim kabul ediyordu.
Yaklaşık iki haftadır 4 kişi, ben, Batı, Kaan ve Burak her şeyin üzerinden tek tek geçerek bir sonraki adımımızı planlamaya çalışıyorduk. Büyük ölçüde hazırdık, ama hala elimizde net bir bilgi yoktu.
Kitabı kapatıp komodinin üzerine bıraktıktan sonra kendimi de sırtüstü yatağa bıraktım. Kontrol edemediğim düşüncelerin istilasına uğramış zihnimle gözümü kırpmadan tavanı izlerken komodinin çekmecesine gitti elim. Hiç zorlanmadan buldu aradığı şeyi ve görebilmem için yüzümün hizasına getirdi.
Gülüyorduk. Bir bayram günü, sağımda annem, solumda babam. İkisi de başını bana doğru yaklaştırmış gülümsüyor. Ben biraz hazırlıksız yakalanmışım, ani oluşmuş ve sımsıcak bir gülümseme var yüzümde. Bu kare beni hüzünle gülümsetirken, iki damla gözyaşı eşlik etti gülümsememe. Her şeyi bir kenara bırakınca çok saf bir özlem hissediyordum yalnızca.
Ben onlarsız olmayı hiç bilmemiştim ki.. Hayatımın hiçbir bölümünü dahi "özel hayat" diye ayırıp onlardan uzaklaşmamıştım ki.. Gözümü onlarla açmıştım. Ve nasıl çocuksu bir düşüncedir ki, onlarla kapayacağımı düşünmüştüm hep. Yokluklarını hiçbir zaman hesaba katmamıştım, koruyucu kanatlarının altından çıkacağımı hiç sanmamıştım. Buydu belki de beni bu denli hırçınlaştıran. Ben onlarsız yaşamayı bilmiyordum ki.
Bir hikaye anlatılmıştı bana, henüz lise çağındayken.
"Kurt nasıl avlanır bilir misin?" demişti. "Kurt sürüye girermiş, gözüne kestirdiği kuzuya küçük bir pençe atarmış. Çizik sadece. Sonra da dönüp ardını gidermiş. Kuzu o şokla hayatında hiç koşamayacağı kadar hızlı koşarmış kurdun peşinden. Ama kurt bilerek yaparmış bunu. Bilirmiş yaraladığı kuzunun peşinden geleceğini."
Hayatımda karşılaşabileceğim en büyük şoku yaşamıştım. Ve bu duygunun yabancılığıyla afallayarak hayatımda hiç koşamayacağım kadar hızlı koşuyordum şimdi ölümün peşinden.
Fotoğrafı elimden bırakmadan ayağa kalktım. Onlara gitmeliydim. Kenarda duran çantamı alıp aşağı indim. Seslerden anladığım kadarıyla Batı mutfaktaydı. Ceketimi üzerime geçirip Batı'nınkini de elime alarak mutfağa yöneldim. Arkası bana dönük kahve makinesiyle uğraşıyordu. Tezgahın üzerinde duran iki kupayı almak için döndüğünde beni fark etti. İçeri girip ceketini ona uzatırken kahve makinesini kapattım.
"İzmir'e gidiyoruz." Dedim karşısındaki yerimi alırken.
Gözleri düşünceli bir şekilde yüzümde dolaştı. Onu neden dahil etmiştim bilmiyordum. Kendim pek tabii gidip geri dönebilirdim. Ama gitmeye karar verdiğim aşamada onsuz gitmek bir seçenek olarak bile gelmemişti aklıma, şu an fark ediyordum.
"Gideriz." Dedi. "Sen istedikten sonra. Ama ne için gidiyoruz?"
"Kısa bir ziyaret." Dedim.
Bazı insanların sevdiklerini ziyaret edebilmesi için mezarlığa gitmesi gerekiyordu.
Anladığını belli ederek başını salladı. "Gidelim." Dedikten sonra beni de yönlendirerek çıkışa doğru yürüdü. Çıkmadan önce kendi boyunluğunu takıp benimkini de bana uzattı. Ve kapıyı arkamızdan çekip yanımıza başka hiçbir şey almadan arabaya geçtik. Sürücü koltuğuna otururken elimdeki fotoğrafa baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilemma
PertualanganNedensizce nedenleşmekte olan nedenlerin hikayesi. En değer verdiği varlıkları elinden alınmış bir kız hayal edin. Kendisini öfkesinin kontrolüne bırakmış, yoluna çıkan herkesi hiç çekinmeden ortadan kaldırabilen. Bir genç hayal edin; İnsanın kanın...