Hayatım boyunca, sevgi konusunda hiç sıkıntı yaşamamış bir çocuktum.
Annem, babam, Mert; sevdiğim herkes beni hep çok sevmişti. Çok fazla insanla samimiyet kurmazdım. Dünyamda yarattığım bir sevgi çemberim vardı ve ben o çemberin içinde sevdiklerimle birlikte, sevgi dolu yaşardım. O çemberin içine aldığım insanlar az olunca, hepsine verecek çok fazla sevgim olurdu ve o sevginin karşılığını da fazlasıyla alırdım. Çevremden gördüğüm sevgi ve saygı benim de kendime saygı duymama sebep olmuş ve böylece öz güvenimin temeli sağlam bir şekilde atılmıştı.
Çocukluğum böylesine bir ilgi ve sevgiyle geçmiş olması tüm olanları katbekat zorlaştırıyordu. Yalnızca anne ve babamı değil, evimi, en yakın arkadaşlarımı, hayallerimi, umutlarımı kaybetmiştim.
Her gece aldığım iyi geceler öpücüklerini, günaydın gülücüklerini kaybetmiştim. Onlara sarılmadan uyumuyor, sarılmadan güne başlamıyorken, şimdi tek yapabildiğim arada sırada mezarlarını ziyaret edip topraklarına sarılmaktı.
Şimdi tek yapabildiğim arada sırada mezarlarını ziyaret edip, onları görmüşüm gibi acizce sevinmekti.
Acizdim. Çaresizdim. Acınası bir haldeydim.
Mezarlıktan ayrılırken kızarmış gözlerime eşlik eden buruk tebessümüm bunun sağlam bir kanıtıydı. Başuçlarında oturmuş, son zamanlarda olanları anlatmış, biraz mezar taşlarını okşayıp dönmüştüm ve içimde onlara yakın olmanın, onlarla vakit geçirmiş gibi olmanın verdiği aciz mutluluk vardı.
Ölüm karşısında insanın elinden ne gelirdi ki?
Ani bir kararla yolumu değiştirip amcamlara yöneldim. Onu görmenin içimi cayır cayır yakan hasretin üzerine bir nebze olsun su serpmesini umuyordum. Onlardan başka kimsem kalmamıştı.
Keşke bir kardeşim olsaydı. Bir abi veya abla. Yükümü bir nebze olsun paylaşacak birisi.
Batı vardı ama onun yükü yeterince ağırdı zaten. Bir de kendi yükümü yükleyemezdim. Hem o, yalnızca anne ve babasını değil, candan öte kız kardeşini de kaybetmişti. Benim de bir kardeşim olsa, belki kayıplarıma kayıp eklenecekti. Belki de böylesi daha iyiydi.
Derin bir nefes alıp başımı iki yana salladım. Çok yorgundum.
İzmir'e döner dönmez vakit kaybetmeden Cihan, namı diğer Gölge'nin adamlarının peşine takılıp onunla tanışmaya gitmiştik. Bizi aldıkları odada ben, Burak ve Kaan odadaki koltuğa oturmuş beklerken, Batı ayakta buz gibi bir ifadeyle pencereden dışarıyı izliyordu.
Az sonra kapı açılınca hepimiz gergin bir şekilde dikleşmiş, Batı ise hafifçe kapıya dönmüştü. Lakin açılan kapıdan Cihan yerine dünden beri yakamıza yapışmış sürekli dibimizde dolaşan adamı girince Batı göz devirerek önüne dönmüş, ben de kendimi geriye doğru sertçe bırakıp gözlerimi tavana sabır dilenircesine dikmiştim.
Burak sesli bir şekilde oflayarak, "Yine mi sen lan?" diye sormuştu.
Adam, "Ben de sizi gördüğüme sevindim." Diyerek kollarını birleştirince, suratını ekşiten Burak'a dönüp "Sen de böyle sinir bozucuydun işte." Demiştim.
"Şu surata bakar mısın?" diyerek kaşlarını kaldırıp abartılı bir ifadeyle yüzünü işaret etmişti. "Şu suratın bunun gibi sinir bozucu olma ihtimali var mı?"
Sözleri bittikten sonra da adamı işaret edip burnunu kırıştırmıştı.
Ben güler, adam ise dümdüz ifadesini bozmazken Batı araya girip "Gelecekse gelsin artık." Demişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dilemma
AventureNedensizce nedenleşmekte olan nedenlerin hikayesi. En değer verdiği varlıkları elinden alınmış bir kız hayal edin. Kendisini öfkesinin kontrolüne bırakmış, yoluna çıkan herkesi hiç çekinmeden ortadan kaldırabilen. Bir genç hayal edin; İnsanın kanın...