RADIA-2 ♦ Birthday Girl

716 33 9
                                    

#ikinci bölüm de geldi umarım hoşunuza gidiyordur eleştiri ve önerilerinizi bekliyorum :) ILY <3 Bölüm Şarkısı (Imagine Dragons- Who We Are?)

İnsanın hayatının böyle akıp gitmesi ne kadar ilginç diye düşündüm, sonra kendimi kırk yaşında hissettim ve bu düşünceyi kovdum. Doğum günüm öyle aylar öncesinden beklediğim ve hayal ettiğim bir gün sayılmazdı, bunun nedeni 18. yaşın benim toplumum için bir önemi olmasıydı. Bu yaştan sonra kraliyet ailesinin çocukları arasında bir rekabet oluşurdu, çünkü artık özel olarak kral veya kraliçeliğe hazırlanmaya başlardık. Gerçi ben ablamın seçileceğini biliyordum, o bu iş için yaratılmış gibiydi.

Saraydaki herkes kafayı yemiş gibi etrafda koşuşturuyor, doğum günüm için salonları ve yemekleri hazırlıyordu. Bu curcunanın içinde kaybolmamak için dışarı çıkmaya karar verdim. Partime, tüm asillerin bütün ırklardan birçok insanın çağrıldığını biliyordum, bu da beni daha çok geriyordu. Genelde böyle büyük topluluklar karşısına çıkmazdım.

Kalenin arka tarafındaki şeftali bahçelerine yöneldim ve normalde yapmamam gereken ama genelde yaptığım gibi ağaçlardan birine çıkıp şeftali yemeye başladım. Meyvenin sulu ve mayhoş tadı ağzımın içinde eriyerek dağılıyordu. Labirent gibi döşenmiş düzgün çalılıklardan bir çıtırtı geldi, kulaklarım dikildi, sesi daha iyi duymak için başımı kaldırdım. Sarayda bizlere zarif, ve seviyeli olmanın yanında kendimizi korumayı ve avcı niteliklerine sahip olmayı da öğretirlerdi. Aklımdan birçok öldürme şekli geçiverdi, fakat bu havalı cinayetlerden hiçbirini uygulamadım çünkü gelen kişi abim Calypsonn'dı.

"Bayan Traila'nın -bakıcım ,eğitmenim ve sadece nezaketten oluştuğunu düşündüğüm ilginç yaratık- seni bu hallerde gördüğünü düşünemiyorum!" Dedi gülerek. Ağabeyime gözlerimi kısarak baktım, benimkiler gibi bakır rengi dalgalı saçları düzgünce taranmıştı, fakat bir tutamı buz mavisi gözlerinin üzerinde sallanıyordu. Özenle oyulmuş yunan tanrısı heykelleri gibi, porselen beyazlığında yakışıklı bir yüzü vardı.

Parmağımı dudaklarıma götürdüm ve kıkırdadım, "Şşş, elbiselerimdeki lekeleri hala meyve suyu sanıyor!". Bana baktı ve iç geçirdi, bu hali onu daha yaşlı göstermişti. " şu halina bak Glyss, daha dün çocukmuşsun gibi geliyor, oysa bu akşam 18 yaşına giriyorsun!"dedi, sanki.. hüzünlenmişti,hayır hayır endişeliydi. Ona şefkatli gözlerle baktım, "ben hala aynı küçük kızım abicim, birşey değişmedi, öyle değil mi?" Diye sordum. Arkasını döndü ve elini saçından geçirdi. "Öyle umud ediyorum sevgili kardeşim" diyip uzaklaştı.

~~~

Gün boyu çeşit çeşit kıyafetler giydirildim, saçım yapıldı ve defalarca bozuldu, fakat nasıl olduğunu anlamadan akşam oluverdi. Konuklar yavaş yavaş gelirken ben de üzerimi değiştiriyordum. Ne kadar annem ve babam anlamamamı umsalar da, bu akşam beni kendilerine eş olarak gören genç erkekler de burada olacaktı. Bu oldukça rahatsız ediciydi ama düşünmemeye çalıştım, krem rengi, danteller ve tüllerle bezeli eteği olan, inci motifli zarif ve sade elbiseyi nazikce üzerime geçirdim ve saçlarımın sol omzumdan dökülmesine izin verdim. Hazır olduğumda yavaş adımlarla aşağı indim.

Salonda yüzlerce insan içkilerini yudumluyor ve şakalaşıyordu. Babam, annem ve 5 ulu ırkın kralları ve onların eşleri beraber nezih bir ortam kurmuşlardı, siyaset ve diyarın durumundan bahsediyor olmalıydılar. Kalabalığın arasında yavaşça süzülmeye ve insanları izlemeye başladım, heryerde farklı renklerde ve şekillerle insanlar vardı, hepsi en güzel kıyafetlerini giyinmişti ve en nazik suratlarını takınmıştı. Ben böyle derinlere dalmışken, bir el hafifçe omzuma dokundu ve "Merhabalar."dedi. Dokunanı görmek için arkamı döndüm. Karşımda benim yaşlarımda genç bir adam duruyordu.

Açık, altın rengi saçları salonun loş ışığında parıldıyordu, gözünün biri yer yer yeşil diğeri ise değişken bir bal rengiydi, suratı üzerinde aylarca çalışılmış gibi, fazlasıyla orantılı ve pürüzsüz görünüyordu. Kibir veya kendini beğenmişlilten olsa gerek, hoş dudaklarının bir ucu yukarı doğru kıvrılmıştı. "Öhööhhm!" hafifçe öksürmesiyle gerçek dünyaya geri döndüm ve sırtımı dikleştirdim. "Merhaba, sizi tanıyor muyum?" dedim eğitimlerimden yararlanarak. "Büyük ihtimalle hayır, adım Rendall Leamer. Ve siz de doğumgünü kutlaması için geldiğim bayan olmalısınız. Glyssa Refire." Dedi ve elini uzattı.

Elimi uzatarak " Doğru, ben Glyssa, hangi ırktansınız Bay Leamer?" dedim. Nazik ve resmi konuşmamızda bir nebze olsa heyecan yok gibi idi. " Safkanım, saray etrafındaki şehir surlarının içinde yaşıyorum, ama genellikle diyar topraklarını gezerim." dedi. Büyüden yapılmış etkisi veren gözlerinden, bir ışık hüzmesi akıp gitti. "Gözleriniz.. Daha önce hiçkimsede böyle ilginç bir şey görmemiştim." dedim, sorar bir şekilde. Fakat o bunu "teşekkürler" diyerek geçiştirmeyi yeğledi.

Ona sarayı gezdirmeyi teklif ettim, tüm gece lanet olası sıkıcı ve resmi konuşmamıza devam ettik. Onunla olmak beni heyecanlandırıyor olabilirdi, fakat konuşmamızdan fena halde gına gelmişti. Bahçeye çıktığımızda ılık bahar akşamının yasemin kokulu esintisi etrafımızdan dolanıp geçti. "Sarayda büyümenin en berbat tarafı yalnız olmaktır ,eminim , majesteleri." dedi uzaklara bakarken. "Bana böyle hitap etmen gerçekten çok sinir bozucu, ben sana Rendy demek istiyorum ama sen bana majesteleri, efendim ve Prenses Refire deyince yapamıyorum!" diye küçük bir çocuk gibi mızmızlandım.

Önce bana sorgulayan bakışlarla baktı, sonra hafif bir kahkaha attı ve " Tanrım, şükürler olsun, daha fazla dayanabileceğimi sanmıyordum! Teşekkürler Glyss" diye itiraf ediverdi. Kahkahası havayı ısıttı, akşamın başından beri takındığı ciddi hava kaybolup gitti. Gözleri daha ılık bir yeşile dönmeye başladı sanki.

"En son yalnızlıktan bahsediyorduk.." dedi ve bana döndü. Nefes vererek bir banka oturdum, o da yanıma oturdu ve arkasına yaslandı, tam karşımızda dev bir alev topu gibi batan güneş yeryüzüne veda ediyordu. "Saray çok lüks ve şık olabilir, fakat bir çocuk için bir kafesten başka bir şey değil. Dışarıda oynayan ve arkadaşlarıyla vakit geçiren çocukları gördüğümde, içimde oluşan boşluk hissi asla beni terketmedi. Bir saray mensubu sonsuza kadar yanlız kalmalıdır, bu onun için en güvenli ve doğal olandır." Diye tekrar ettim babamın sözlerini. Rendy'nin gözlerindeki acımayı ve şefkatı görmek zor sayılmazdı.

Omuz silktim ve " Dert etmiyorum, yanlız olmaya alışığım." dedim, bana doğru kaykılarak yüzüme baktı ve " Artık yanlız olmak zorunda değilsin." dedi. O sözler doğumgünümün en heyecanlı kısmını oluşturmuş olabilirdi.

RADIAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin