Bölüm şarkısı (30 Seconds to Mars- This is War)
Happiness can be found, even in the darkest of times, if one only remembers to turn on the light.
-Albus Dumbledore~~~
Alevlere doğru koştuğumda bir el kolumu kavradı ve beni diğer tarafa çekti. Rendall'ın farklı renk gözlerini gördüğümde rahatladım ama rahatlamak için daha çok erkendi. Dört tarafımız bembeyaz parlak alevlerle sarılmıştı ve camdan şato hızla yıkılıyordu. Rendall, parmaklarını alevlere daldırıp yumruk yaptığında ateş adeta iki duvar tarafından ayrıldı, gümüş yüzüğü alevden bile güçlü bir şekilde parladı. Az önce yangından görünmeyen zeminden şimdi siyah dumanlar tütüyordu.
Koridoru geçip sarayın çatısına doğru koşmaya başladık. Merdivenlere ulaşrığımızda aceleyle basamakları tırmandık, son bir kaç basamkta cam merdivenin yarısının düşüşünü ve onlarca kat aşağıda güçlü bir sesle parçalanışını görünce çıkmayan sesimle bir çığlık attım. Rendall arkasına bakmak için döndüğünde, ayağı kaydı ve ayaklarının altındaki basamak yavaşça çatladı. Hemen altımdaki basamakta endişeyle duran Rendall'ın gözleri bana kaydı. Ben ses çıkaramayacak duruma gelmiş bir şekilde ellerimi ağzıma bastırıyordum. Bu sefer arkamda kimseyi bırakmaya niyetim yoktu. Onu kolundan hızla çekip kendi durduğum basamağa çıkardığımda cam tuzla buz oldu.
Aceleyle çatıya tırmandığımızda cam platformdaki onlarca askeri gördük. Saray gardiyanlarının çoğu ölmüştü, mavi camın üzerimde kanları parıldıyordu. Siyah beyaz kıyafetli bir düzine isyancı asker çatıyı kuşatmıştı. Tüm gözler bize yöneldi, tuhaf olan bazılarının yeşil bazılarının ise bal rengi olmasıydı. Birkaç askerin omzunun ardına baktım. Tüm şehir saldırı altındaydı, upuzun binalar yanıyor insanlar çığlıklar içinde ailelerine ulaşmaya çalışıyordu. Hava duman ve kurum kokusuyla iyice ağırlaşmıştı.
Görüntü, bembeyaz bir cehennem gibiydi.
Askerler yavaşça bize yöneldiklerinde, bana bunca zamandır işkence eden topukluları çatının köşesine doğru sertçe fırlattım. Camda geniş bir delik oluştuğunda üç asker sarayın derinliklerine doğru düştü. Savaşın başladığını anladığımda, yüzümde acımasız bir ifade oluştu. Bağırarak birbirimize atıldığımızda şehrin sesi bizimkilerle karıştı. Bizim beş katımıza saldırmamız gerçekten çok saçmaydı ama çoğu fazlasıyla çelimsiz ve beceriksizdi. Onları yenmemiz zor olsa da imkansız değildi.
İnce suratlı esmer bir çocuğa yumruk attığımda parmak boğumlarım sızladı. Yine de durmadan birkaç yumruk daha savurdum, çocuk bilincine kaybetmeden beline sıkı bir tekme attım ve yere yığıldı. Rendall'a dödüğümde iki adamı haklamış olduğunu gördüm, bana doğru koşan beyaz tenli bir adamı da ensesinden tutup yere yapıştırdı. Platformun ortalarına ilerleyip belinde gümüş rengi bir tabanca olan bir ışık insanın bileğine tekme attım. Sırtı gürültüyle zemine çarparken silahı camda kayarak bana yuvarlandı. Tabancayı hızla alıp ona doğrulttum. Sağ omzuna ateş ettiğimde etksiz hale geldi ama ölmedi. Ben zorunlu olmadıkça kimseyi öldürmezdim. Bana öfkeli bir bakış attı ve dizimi tekmeledi. Düştüğümde başımı sertçe yere çarptım, ılık kan yanağıma damlarken adam sağlam koluyla bana sert bir yumruk attı. Ben acıyla inlerken o da kan kaybında bayıldı.
Bir iki kişiyi daha ayak bileklerinden be kollarında vurduğumda, iyice yorulmuştum. Ilık ter damlaları şakaklarımdan boynuma doğru süzülüyordu, ayrıca dudağım patlamıştı ve alnım çok fazla kanıyordu. İsyancıların çoğunu etkisiz hale getiriş olsak da hala bizden çoklardı. Rendall'la sırt sırta verdiğimizde etrafımızı sardılar. Bir tanesi bize gözlerini dikmişti, tam saldıracakken donakaldı. İstemsizce dizlerinin üzerine çöktü ve yere çakıldı. Sırtındaki simsiyah hançerden kırmızı sıvı süzülüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RADIA
FantasyHayata gözlerimi açtığım anda, farklı olduğumu biliyordum. Herkes gibi değildim, safkan ya da değil. Ben farklıydım, onlar gibi olmayacaktım, onların istedikleri gibi davranmayacaktım, ve onların istediği kişiyle evlenmeyecektim. Ben istediğimi yapa...