Tamam kimse okumuyo ama yazmak çok eğlenceli :dd yine de okuyanlar varsa, umarım beğeniyosunuzdur hepinize öpücükler! :) Bölüm şarkısı (Ed sheraan- I See Fire)
Rendy kapıyı kapatır kapatmaz, kapıya koştum, hafifçe araladım ve ıslık çalarak ilerlediğinden ve onu kimsenin benim odamdan çıkarken görmediğinden emin oldum. Sarayda ufacık bir parça dedikodu malzemesi bile bir ay konuşulabilirdi, hele bu dedikodu prenses odasındaki bir erkekle ilgiliyse. Tabii ben ve Rendy arasında hiçbirşey söz konusu olamazdı, ama..
Bugün, dün gelen konuklarla resmi olarak tanışma günümdü, gün boyu saray bahçesinde güneşin altında hiç tanımadığım insanları dinliyormuş gibi yapacak ve saçma sapan şakalarına gülecektim. Annemin gönderdiği yardımcılar korseyi takmama ve kıyafetimi giymeme yardım ettiler, kıyafetin darlığı yetmezmiş gibi korse de, sağolsun, nefes almamı tümüyle engellemişti. Ortasından sıkılmış diş macununa benzemiştim. En azından başıma taktıkları şapka zarif sayılabilirdi, saçlarımı ensemden bir topuz yaptılar ve şapkayı yerleştirdikten sonra beni aşağı kata kahvaltıya gönderdiler.
Havanın güzel olmasından dolayı kahvaltı da bahçede yapılıyordu, çim ve börek karışımı kokan bahçeye adım attım. Herkes pastel renkli göz yoran kıyafetler giymişti ve tabaklarını açık büfeden doldurabildikleri kadar dolduruyorlardı. Yavaşça herkese günaydın diyerek partide dolanmaya ve ailemi aramaya başladım.
Kulağıma "Günaydın, Majesteleri.." diye fısıldayan kişiye doğru döndüm, şüphesiz ki Rendy'ydi. Elinde sağ gözü gibi yeşil, yarısı yenmiş bir elma tutuyordu. "Sarayın elmalarının çok güzel olduğunu söylemişlerdi." dedi ve herzamanki tuhaf, sinir bozucu, bilmiş gülülcüğünden attı. Üzerinde düğmeleri altından bej bir gömlek ve beyaz bir pantalon vardı. "Her zamanki gibi yine göz alıcısınız Bayan Refire." diye iltifat etmeye yeltendi. Bu iltifatını duymazdan geldim. "Nasılsınız, bay Leamer?" diye meydan okurcasına sordum. "Sormanız bir onur prenses, dün geceden çok yorgun dönmüş olacağım ki, hemen uykuya dalmışım, hiçbirşey hatırlamıyorum!" diye cevap verdi.
Göz ucuyla bana baktı ve kaşlarını kaldırdı. Hırsla mırıldandım, "Hmm, eminim öyledir..", bana bakıp, "Afedersiniz bir şey mi dediniz?" dedi. "Sadece dün gece çok eğlendiğimi söylüyordum." dedim ve ona sahte bir gülümseme attım." Evet, belli oluyordu." diye ağzından sırıtışla karışık birkaç kelime süzüldü. Resmen benle dalga geçiyordu! " Bir kere ben sizin dizinizde isteyerek uyuya kalmış değilim, tamamen yorgunluğumdan kaynaklı bir şeydi!" diye savunmaya geçtim.
Tam birşey söylemek için ağzını aralıyordu ki annem ve babamın sesi duyuldu, " Tatlım konuklarımızla tanışmak ister misin?". Ne kadar hayır diye bağırmak istesem de karşı gelmedim, Rendy'ye gözlerimi kısarak, 'seninle sonra görüşeceğiz!' bakışı attım ve ortamdan sürüklendim.
Annem ve babam beni gök mavisi tenli beyaz saçlı bir çocuğun yanına getirmişti, gözleri simsiyahtı fakat bakışlarında düşmanlıktan çok güven vardı. Annem gülümseyerek " Bu kuzey buz krallığının en genç prensi Glacier Autemoun, Uhmm.. Tanışın bakalım..!" Dedi ve hızlı adımlarla uzaklaştılar.
Glacierle tanışıp uzun süre dolaştık, çok iyi ve eğlenceli bir çocuktu, fakat anne ve babamın onu bir eş olarak görmemi istediklerini biliyordum, ve böyle birşey asla olmayacaktı.Tıpkı bu çocuk gibi, gün boyu birçok erkekle tanışıp durdum. Ama benim aklım daha çok Rendy ve yanında saat başı değişen güzel (!) kızlardaydı ,yine de beni kıskandırmaya falan çalışıyorsa, başarılı olamayacaktı.
Akşama doğru herkes bahçeyi terkedip içeri girmeye başladığında sarayın arkasındaki koruluk alana doğru yürümeye başladım. En yüksek ağaca çıktım ve sarayın kulelerini ve ardındaki yıldızları izlemeye başladım. Sarayın yüz metre kadar ilerisindeki gölde ayın yansıması belirmişti, hafif bir esinti yaprakları hışırdattı.
Ağacı devirircesine, yukarı doğru biri geliyordu. Rendall saçlarında yaprak ve kırık dal parçalarıyla kafasını çıkardı, iğneleyici bir şekilde " Bugün yine gözler üzerinizdeydi, majesteleri, özellikle de siyah ve korkunç olanlar." dedi. Ona baktım ve gözlerimi devirdim, "Tanrım senin mi benim mi, Rendy?".
Bana baktı ve yüzünü buruşturup saçını salladı. Tek kaşını kaldırarak "Birkaç arkadaş edinmem seni bu kadar rahatsız mı etti?" diye sordu. Onu kıskandığım falan yoktu, istediğini yapmakta da özgürdü ayrıca. Başıma ağrılar girmeye, midem kasılmaya başladı. " Tanrım, Rendall, kafamı dinlemek istiyorum, beni biraz yanlız bırak, sabaha konuşabiliriz.." dedim, o ise çoktan gitmiş gibi görünüyordu. Baş ağrısı ve göğsümdeki aptal sıkışma hissi giderek genişliyor, sanki tüm bedenimi yutuyordu.
Gözlerimi kapadım ve baş ağrımı kovmak için şakaklarımı ovmaya başladım. Fakat bir ses gözlerimi açmamı sağladı; bir çığlık. Bir değil yüzlercesi. Saray. Alevler, kıpkırmızı kocaman alevler sarayı yutuyor, yanan yerler yüzlerce defa kavruluyordu. Göl bir benzin birikintisi gibi hastalıklı alevlere bürünmüştü. Kulelerden simsiyah dumanlar yükseliyor ve hiç de melodik olmayan keskin harflerle, zehirli bir ses "Animadverte*" diye çığlık atıp duruyordu.
Bacaklarım kendi kendine hareket etti ve koşabildiğim kadar hızlı koşmaya başladım, kendi kendime "Koş Glyss, koş!" diyor, her adımda elbisemden daha fazla parça kaybediyordum. Koruluk patikasını yarılamıştım ki gözlerimin önünden bir el geçti ve ağzımı tuttu, eli ısırdım fakat daha sert bastırdı ve "Çok fazla direnmezsen, ölümün benim elimden olmaz güzelim!" dedi.
Deli gibi ağlıyordum, ellerim titriyordu ve tüm vücudum uyuşmuştu. Karşıdan gelen birinin benim adımın seslenildiğini duyduğumda birkaç dakikalık enerjim kalmıştı. Rendy'nin gözyaşı, is ve kan içindeki yüzü ağaçların içinden belirdi, beni ve adamı gördüğünde artık çok geçti.
Gözlerim yavaşça kapandı ve sonsuz boşluğa doğru süzülmeye başladım.
*: 'animadverte' latincede 'intikam' anlamına gelmektedir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RADIA
FantasíaHayata gözlerimi açtığım anda, farklı olduğumu biliyordum. Herkes gibi değildim, safkan ya da değil. Ben farklıydım, onlar gibi olmayacaktım, onların istedikleri gibi davranmayacaktım, ve onların istediği kişiyle evlenmeyecektim. Ben istediğimi yapa...