RADIA-20 ♦ Glass Castle

390 21 3
                                    

Bölüm şarkısı (James Arthur- Recovery)

DİRENDİLER
ATEŞİN ÇOCUKLARI
SIRLI AYNALARIN
SIRRINA EREREK
KENDİLERİNİ
TARİF EDİP
KENDİLERİNİ
GÖREREK...

~~~

Sabaha kadar öylece sarılıp oturduk, beni bırakmamıştı ve bu bana çok iyi geliyordu. Sabah güneşi şehrin üzerinden belirirken beni yatağıma bıraktı, kollarının arasından dağanık çarşaflara doğru kaydım. Yanımda olması nedense hoştu, huzursuzca mırıldandım. Bana yeniden sıkıca sarıldı ve saç diplerime dokundu, "Şş, Tanrım bu yaptığımız o kadar saçma ki. Her neyse, sus ve sarıl. Artık uyumalısın." yağmur kokusunu içime çekerken kollarımın arasından sıyrıldı. Dışarıdan şehrin sesleri geliyor, rüzgarın akışıyla kulaklarımı dolduruyordu.

Başım ağrımaya yeniden başlamıştı, şakaklarımı ovarak ayağa kalktım ve cama yürüdüm. Typhonn yanımdayken dikkat etmemiş olsam da şimdi şehirden gelen sesleri duymak zor değildi. gerçekten çok yoğun bir gürültü ve yanık kokusu odamı doldurmaya başlamıştı bile. Cam paneli duvara sürdüm ve cam kayarak kapandı. Yatağıma döndüm ve yastığıma sarılarak uykuya daldım.

~~~

Dün gece olmuşmuydu emin değildim, belki sadece rüya görmüştüm. Belki de gerçekten tüm gece beraber oturmuştuk, bu nedense oldukça imkansız geldi. Yatağımda doğruldum ve şehre bakan cama doğru yöneldim. Yaslandığımda elimin altında cam kaydı ve geniş levha yukarı doğru kayarak açıldı. Dün geceden sonra gayet dinç gissediyordum. Rüzgar muhteşem gücüyle içime aktı ve ak ciğerlerimi doldurdu. Şehir havası duman ve biraz da yağmur kokuyordu. içeri girip gerindim, tüm eklemlerim ağrıyor olsa da dünkü hasta halim yok gibiydi. Soğuk bir duş aldıktan sonra hastalığın beni tamamen terk ettiğini hissedebiliyordum.

Üstümü giyinirken kapı aralanınca, istemsizce çığlık attım. Ben üzerime kıyafetlerimi bastırırken kapı nazik bir "Pardon!" sesiyle kapandı. Üzerime bol kısa tişörtü ve belime gri eteği taktıktan sonra kapıya koştum. Saçımı zorla topladığımda, gözlerim Rendall'ın parlak gözlerini buldu. Tuhaf bir biçimde gülümsüyordu ama biraz yorgun gibiydi. "Işık ve Gölge Kralları bizi çağırıyorlarmış, dün gece bir kaç gelişme olmuş. Gardiyanın da babasıyla konuşmaya gitti." derken gözlerini deviriyordu. Onaylarcasına başımı salladım ve sessizce merdivenleri inmeye başladık. Uzun zamandır Rendall'la doğru düzgün bir komuşma bile yapmıyorduk, onu affetmiştim ama uzaklaştığımız gözle görülebilirdi.

Zemin kata vardığımızda gümüş kapılar önümüzde ardına kadar açılmıştı. Taht odası son hatırladığımdan çok daha kasfetli bir havaya bürünmüştü. Typhonn geniş odanın ortasında stresle volta atıyor, Christopher'ın yanında dikilen Quinn tırnaklarını yiyordu. Valerie Savient'in omzuna yaslanmış ağlarken Savient de endişeyle şehri tarıyordu, gözlerimiz bir kaç saniyeliğine buluşsa da hemen başımı çevirdim. Onu asla ama asla affetmek istemiyordum, ama gözlerindeki bakışların duygularımı etkilemesine izin vermemeliydim. Rendall'ın kulağına uzandım, "Tanrım sorun nedir? Herkesin nesi var?" dediğimde bilmiyorum anlamında dudğını sallandırdı. Resmen odada saf gerginlik dolanıyordu.

Quinn'in yanına geçerken gözlerimi krallarda ve kraliçede gezdirdim. Işık Kralı cam duvardan çıkan elektronik ekranda saçları dümdüz kesilmiş bir adama bağırıp çağırıyordu, adam yüzünde gergin bir ifadeyle kralın talimatlarını not almaya devam etti.
Gölge Kralı etrafta dolanıyor, "Tanrım bu kesinlikle imkansız! Böyle bir şeyin olma imkanı yok!" diye bağırıyordu. Saçlarındaki ak tutamlar son gördüğümden beri çoğalmıştı. Kraliçe oldukça sakindi ama o da burnunun kemerini sıkıp onaylamazcasına başını sallıyordu. Sanki herkes kıvranıyordu.

Işık kralı ekranı kapattıktan sonra aceleyle bize döndü. Her zamanki ciddi ve ifadesiz yüzünü takınmış olsa da, gözlerindeki endişe kıpırtılarını görmek hiç de zor değildi. Konuşmaya başladığında sesi kesik kesik çıkıyordu, "Buraya sizi ne yazık ki kötü bir haber vermek için topladık. Dün gece bazı sesler duymuş olabilirsiniz, bu sesler şehrin batı tarafından gelen saldırının sesleriydi." herkes endişeyle birbirine bakarken kaskatı kesilmişti. Bu dün gece duyduğum sesleri açıklıyordu. "Tarafsız karşıtı isyancıların şehrin işlek sokaklarından birine saldırmasını beklemiyorduk. Çoğu kişi ne yazık ki zarar gördü ve batı kanadının büyük bölümü yok oldu. Son zamanlarda sıklıkları artan saldırıları durdurmaya gücümüz yetmiyor. Şehrin tahliyesini öneriyorum." dediğinde herkes birbirine bakmaya başladı.

Savient gözlerindeki yeşil öfke kıvılcımlarıyla bağırdı, "Bunca insanı nereye götürmeyi düşünüyorsunuz? Köylerdeki nüfus artışı aşikar. Ayrıca isyancıların son saldırıda ne kadar güçlendiğini farketmemiş olamazsınız. Kullandıkları silahların bazılarına krallık bile sahip değil, şehre verdikleri zararı ödeyecek paramız da yok. Savaşı düşünmeyin bile çünkü onlardan kaçmamız bile mümkün değil! Artık Radia'yla anlaşma yapmayı reddetmeyi bırakın. Yoksa bir parça gurur uğruna halkın tamamını kurban edeceksiniz!" Ondan ne kadar iğreniyor olsam da bu konuda ne kadar başarılı ve kararlı olduğunu görebiliyordum. O, ordunun başına geçmeyi düşünüyordu ama şahsen ben onun halkla ilgili bir dalda gelişmesini dilerdim. Kelimeleri kullanışı, gözlerindeki kararlı bakışlar ve halkını önemseyişi onu mükemmel bir kral yapıyordu.

Gölge Kralı ağzını aralayıp bir şeyler mırıldandığında camın çatlama sesini duydum, arkama döndüğümde bembeyaz ışık tüm dünyayı yutuyordu. Geri geri giderken alev toplarının tüm şatoyu bürüdüğünü gördüm. Deja vu yaşıyordum, sadece bu sefer olayları tam ortasından yakalamıştım. İsyancılar siyah-beyaz kıyafetler giymişlerdi ve hava araçlarında tüm şehre ve özellikle de saraya beyaz alev topları fırlatıyorlardı. Odanın yarısı metrelerce süzülerek yere ulaşırken, herkes çığlıklar içinde kapıya koştu. Şehirden gelen yıkılma ve patlama sesleri kulaklarımı dolduruyordu. Aklım başıma geldiğinde koridora ulaşmıştım, kendime ne kadar kızsam da Typhonn arkamda mı diye bakmak için durup döndüm. Bir kaç metre ötemde kehribar taşlarını gördüğümde içimdeki yükün birazı gitmiş gibiydi.

Beyaz alevler tüm taht odasını ve koridorun yarısını sarmıştı. Duman ve isten dolayı nefes almak zorlaşıyordu. yakın bir yerlerden çatlama sesi geldiğinde başımı kaldırdım. Korkarak zemine baktım, derin koyu renk çatlak aramızda genişlemeye başlıyordu. Typhonn bir küfür savurdu ve geriledi, korkuyla ona baktığımda gitmemi işaret etti. Neydi bu aptal mı? Başımı salladım, "Sensiz bir yere gitmiyorum!" diye bağırdığımda yeniden gitmemi işaret ve dudaklarıyla 'ben sizi bulurum' dedi. Patlama seslerinde hiçbir şey duyulmuyordu. Gözümden ılık bir damla yaş süzüldüğünde dudak hareketleriyle 'Git.' dedi.

Arkamı dönüp son sürat koşmaya başlamadan hemen önce gördüğüm son şey gardiyanımın beyaz alevlerin içine dalması oldu.

Kısa kestim çünkü savaş kısmını detaylı anlatmak istiyorum yarın yeni bölüm gelir, hastayım uyumam lazım :c (Benden bile çok hasta olan canım arkadaşım Ayşe Mısırlıoğlu' na gelsin <3 Geçmiş olsun böcük <333)

RADIAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin