15 tatilin gazıyla hızlı hızlı yazıyorum, umarım aceleye geldi diye kötü olmamıştır! öptüm böcüklerim c: Bölüm Şarkısı (Awolnation- Sail)
Tüm halk, şaşkınlık nidaları atıp iç çekerken ben çoktan kalabalığı yarıp, kapıya doğru adımlarımı hızlandırmaya başlamıştım. Önümdeki gardiyanlardan biri, dev kapıya birkaç kez omuz attıktan sonra kapı açıldı ve ben aradan süzülüp koridorda ilerlemeye başladım. Neden bilemiyordum ama, daha Rendall'la yüzleşmeye hazır değildim. Ona, Tarafsız olayı veya kaçırılma hakkında tek kelime etmek istemiyorum, sadece kendi başıma kalmak istiyordum.
Ben yanık ve yırtık eteklerimi dizime kadar çekip yürümeye çabalarken arkamdan kapılar açıldı ve Savient bana doğru koştu, sinirden gözlerimde biriken yaşları ve ıslak yanaklarımı sildim. Eliyle omzuma hafifçe dokunduğunda arkamı döndüm, aceleyle "Saldırı beni yormuş olmalı, uyumaya gidiyordum." dedim, olabildiğince inandırıcı olduğumu umuyordum. Yüzünü anlayışlı bir ifade kapladı ve "Seni, Tarafsız buraya geldiği için gerildiğini anlayacak kadar iyi tanıdığımı düşünüyorum Glyss." dedi ve dudaklarını buruşturdu, nefesi kesik kesik ve yorulmuş gibiydi.
Bense utancımdan ayaklarıma yönelmiş olan bakışlarımı omzuna kaydırmıştım. Siyah gömleğinin yırtılan kısmından, omzundan göğsüne doğru inen yarığı farkettim. Kan, uyuşuk damlalar halinde karnına doğru süzülüyordu. Sonradan farkettim ki bu yarığı merdivende de görmüştüm, fakat adrenalin ve heyecandan ikimiz de umursamamış olmalıydık. "Tanrım, Savient kanaman var!" dedim endişe dolu bir sesle.
Eli omzuna gitti ve acıyla yüzünü ekşitti, "Evet insan omzundan bıçaklanınca genelde öyle oluyor.." dedi. Kolundan tutup lavaboya doğru koşmaya başladım. Vardığımızda bir havlu alıp aceleyle ıslattım ve omzuna bastırdım. Vücudundaki tüm kaslar gerildi ve hafifçe lavabonun mermerini sıktı. Yüzünde belli belirsiz bir çarpıtma olsa da farketmemiş gibi yaptım. Olabildiğince nazik hareketlerle yaranın etrafını temizladim ve kanla pembeleşmiş havluyu çöpe atıp ona yaraya tampon yapması için başka bir havlu verdim.
Koridorda sessizce yürürken, iç çektim ve Savient'e yaklaştım, benden öyle uzundu ki parmak ucumda bile ancak gözlerine kadar erişebiliyordum. "Geldiğimden beri bana bu kadar iyi davrandığın, ve benimle ilgilendiğin için gerçekten teşekkür ederim. Çok naziksin ve sen olmasaydın burada ne halde olacağımı hayal bile edemiyorum." dedim başımı hafifçe eğerek, hala yavaş adımlarla birbirimize bakmadan ilerliyorduk.
Savient durdu ve bana döndü, başımı kaldırdığımda çıkık elmacık kemiklerinin ardından bana gülümseyen, büyülü yeşil gözleri gördüm. "Ben kibar veya sakin biri sayılmam, Glyss. Bana bu özellikleri katan sensin, senin yanında Valerie'yi, ailemi, hatta görevlerimi, şu dünyadaki başka herşeyi unutuyorum. Sen, senin bana ihtiyacın olduğunu düşünüyorsun, ama burda asıl benim sana ihtiyacım var.". Ağzım hafifçe aralandı; içime girip çıkan havayı, saniyede milyonlarca kez yerinde kıpırdanan kalbimi, damarlarımda deli gibi dolaşan kanı hissettim. Aramızda öyle az bir mesafe vardı ki, beraber bir nefesi paylaşıyor gibiydik.
Teni sabun ve çikolata gibi kokuyordu, uzun saçları biraz dağılmıştı ama herzamanki gibi neşeli ve genç yüzüyle birbirini tamamlıyorlardı. Elimi gömleğine, yaranın tam altına koydum, kumaş kan ve terden ıslanmıştı, kalbi düzenli bir şekilde atıyordu. Tüm dikkatiyle yüzümü inceleyen gözleri, gömleğini tutan elime kaydı, uzun ve hünerli parmaklarıyla yere doğru salınan elimi kavradı. Sanki parmaklarımdan kalbime gün ışığı akıyordu. Diğer eli piano çalar gibi hoş ve yavaş bir ritimle çıplak omzumda dolanıyordu. Gözlerini kapatıp, huzurlu bir nefes verdiğinde, dudaklarının kenarları kıvrıldı. 'Belki de sevgi budur' Saatler gibi hissettiren bu birkaç saniyenin tadını çıkarmaya çalışırken, koridorun başından birinin telaşlı adımlarını duyduğumuzda ikimiz de başımızı o yöne çevirdik.
~~~
Rendall Leamer'ın ağzından:
Halkın hem şaşkınlık nidaları hem de coşkulu bağırışlar havayı dolduruyordu. Gözlerim kalabalığı taradı, ama bakır renginde parlayan saçları ve buz mavisi gözleri hiçbiryerde bulamadım. Aklıma milyonlarca felaket senaryosu geliyordu, insanlar burada eğlenirken ona işkence ediyor veya daha beter şeyler yapıyor olabilirlerdi. Etrafımdakiler sırtımı sıvazlıyor ve rahatlamış gibi derin nefesler veriyorlardı.
Onları umursamadan, hücreleri bulma amacıyla aralarından sıyrılıp geniş kapılara yöneldim. Sarayı hayal meyal hatırlıyor olsam da, koridoru birkaç adımda geçerek sola döndüm. Merdivenlere yaklaştığımı anladığımda kafamı kaldırdım ve bedenime toza dönüşüyor hissi veren görüntü gözlerimin önüne serildi.
İlk gördüğüm Glyssa oldu, pek işkence görmüş veya dövülmüş falan gibi görünmüyordu. Saçları biraz dağılmıştı fakat topuzu tam bozulmamıştı, son gördüğümdeki neşeli ve saf kız oralarda değildi. Üzerindeki siyah elbisenin etekleri kopmuş ve lime lime olmuş olsa da, sağlıklı görünüyordu. Sonra gözüm yanındaki çocuğa kaydı, bir eli Glyss'in omzundaydı. Yeşil gözlü, koyu renk saçlı ve buğday tenliydi, benden biraz uzun olabilirdi. Ayaklarım hala duramamış olacak ki, onlara yaklaştım ve Glyss'i omzundan tutup çektim. Çocuğa sinirli bakış atıp Glyss'e döndüm ve endişeli bakışlarla tüm vücudunu süzdüm, yarık sıyrık ya da ona benzer herhangi bir yara yoktu. "Tanrım, Glyssa iyisin!" diyerek ona coşkuyla sarıldım. Yine de beynimdeki yapboz parçaları bir türlü birleşmiyordu.
Ondan uzaklaştım, birşeyler yanlıştı. Yüzüne baktım, ağzı aralıktı, sanki birşey söyleyecekti de söyleyemiyordu, gözlerinin mavisi buz mavisinden derin okyanuslara dönüşmüştü. Anlamayan ve inanamayan bakışları yüzümde dolandı. İki eliyle birden itti, sesi sakin ama buz gibi soğuk ve keskindi,"Sen buraya ne halt yemeye geldin?". İçimdi bir şeylerin koptuğunu hissettim. Bu sefer ben konuşamıyordum, parmaklarım, dudaklarım heryerim donmuş gibiydi. Kısık sesle cevap verdim, "Seni kurtarmak için geldim." Sanki dış dünyadan korunmak istiyormuşum gibi kamburumu çıkardım ve ellerimi kendime sardım. Kaşlarını kaldırdı, "Benim kurtarılmaya ihtiyacım olduğunu da nereden çıkardın?" diye sordu, bana bir aptalmışım gibi bakıyordu.
Beynimde sesler dönüyor kulaklarım çınlıyordu, sakinliğimi koruyamayınca bağırmaya başladım, "Çünkü lanet olası herifler seni kaçırdı Glyssa, ve ben senin için endişelendim! Ana karadan buraya ufak bir sandalla bir gece geçirdim! Neden? Ölmediğinden emin olmak için!" Kollarımın hareketlerine ve kızaran yüzüme hakim olamıyordum. Glyss'in benden korkacağını veya sinirleneceğini sanmıştım, aksine kısık gözleriyle bana o korkunç delici bakışlarıyla bakmaya başlamıştı.
İşaret parmağıyla köprücük kemiklerimin tam ortasından bastırarak -inanılmaz bir güçle- beni duvara mıhladı. Her kelimede beni parmayığla dürterek ve gözlerini benimkilerden ayırmadan, "Benim hakkımda ne düşünüyorsun bilmiyorum. Ayrıca benim için ne yaptığın da umrumda değil, yardımına ihtiyacım yok. Çünkü ben yalancılardan yardım İS-TE-MEM!" dedikten sonra, hışımla döndü ve arkasında öfke, şaşkınlık ve biraz da pudranın burun gıdıklayan kokusunu bırakarak koridordan ayrıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RADIA
FantasyHayata gözlerimi açtığım anda, farklı olduğumu biliyordum. Herkes gibi değildim, safkan ya da değil. Ben farklıydım, onlar gibi olmayacaktım, onların istedikleri gibi davranmayacaktım, ve onların istediği kişiyle evlenmeyecektim. Ben istediğimi yapa...