Aynı bölüm üç defa silinip, yazdığım için artık biraz baştan savma oldu. Tam üç aydır yazmıyor olmam da başka bir skandal ama okuyucu kaybetmek inanın benim için pek de problem değil. Keşke beni bırakmasanız ama okuma sayısında düşüş olması zaten beklenen bir şey olurdu. Hala hepinizi sevdiğimi sakın unutmayın böcüklerim, çünkü I'M BACK BITCHES!
Bölüm şarkısı (Black Veil Brides-In the End)
Mavi çiçeklerin kokusu beynimin derinliklerini dağılan koyu bir sis misali terk ederken, hücrelerimdeki uyuşuk his de onunla beraber kaybolmuştu. Ellerimin titremesine aldırmadan iç güdülerime güvenerek belimde tıngrıdayan Martis'i çektim.
Kabzayı tutuşumdaki acemiliğim yüzünden Savient'in bana alay dolu bir bakış yollamasını beklesem de o da en az benim kadar şaşkındı. Hala gözlerin tek bir alan uzun süre odaklanmakta zorlanıyor olsa da, bize yaklaşan görkemli yaratığı fark etmemem körlük olurdu.
Yaratık, sırf güç ve asaletten oluşurmuşçasına dik ve kendinden emin bir duruşa sahipti. Aslında bir çakal anatomisine sahip olsa da duruşu ve zarif yürüyüşü sayensinde bir insan silüetine benziyordu. Mor ve mavi saçlarının harmanlandığı örgüsü, duvarlardaki değerli taşlarla süslenmişti. Leylak rengi gözleri hepimizde gezindi.
Simsiyah kürkü de, üzerindeki açık gri beneklerle galaksilerle bezeli bambaşka bir evreni andırıyordu. Sol elindeki sivri pençeli metal protez sayesinde bizim zamanımızdan çok daha gelişmiş zamanlara aitmişgibi görünmüştü.
"Hoşgeldiniz, çok sevgili ölümlüler!" sesindeki ilahi ton, beni yerime çivilemiş olmasaydı; bu kibirli tavrı karşısında gözlerimi devirebilirdim. Karşıma çıkan her türlü canavarın, rahatsız edici bir şekilde her fırsatta bana ölümlü olduğumu ve onların havalı sonsuz hayata sahip olduklarını hatırlatması sinirlerimi bozuyordu. Ve, evet, bunu söyleyebilirim çünkü çok fazla canavar tanıyorum.
"Hoş bulduk, Tanrıça Ametas." dedi, sesi hem çekingen hem de seviyeli çıkan Afriel. Çilli yanakları mavi çiçeğin etkisiyle hafifçe kızarmış ve turuncu bukleleri dağılmıştı.
"Seni, gerçek dünyada görmek güzel Prens Greenshire." dedi, sesi Afriel'e karşı anaç çıkıyordu. Bu konuşmaları ister istemez aklıma, Afriel'in bu tuhaf kadınla ne alakası olduğu sorusunu takmıştı. Ona Tanrıça olarak hitap ediyordu, bir tanrıçanın bizimle ne işi olabilirdi ki?
"Arkadaşlar, bu bilim ve inancın ahenkini sembolize eden geçmiş medeniyetlerin önemli tanrıçalarından biri olan, Tanrıça Ametas. Bilimin içimizdeki ruha olan inancımız olmadan bir işe yaramayacağını; ve inancımızın da içimizde bilgi olmadığında boş bir kaseye benzeyeceğini söyleyen tanırçadır. Ayrıca ben gençken rüyalarıma giriyordu." dedi kısaca açıklayarak.
Ametas'ın özellikleri gerçekten ilginç olmakla birlikte, içimde onun hakkında daha çok şey öğrenme isteği de uyandırıyordu. Aquila, şükürler olsun ki, kafamdaki sorulardan birini dile getirdi.
"İyi de, sen ve Tanrıça nereden tanışıyorsunuz? Yani eğer gerçekten küçükken rüyalarına giriyorsa... Tanrıçam, sizden muhtemelen üç yüz yıl falan küçük bir gençten hoşlanmanız bu dünyada sübyancılığa giriyor."
Glacier, Aquila'nın büyük merak konusu ettiği sorusu karşısında gözlerini devirdi. Tüm bu süre zarfında, Ametas bizi sabırlı ve bilge bakışlarıyla dinliyordu. Glacier, "Bazen değerli ruhlar, potansiyeli olan çocukları veya prens/prensesleri uykularında veya halisülasyonlarda ziyaret ederek onlara hayatlarında ve güçlerini keşfetmede yol gösterici rolünü üstlenecek kadar cömerttirler. Ametas da Afriel'e bilim konusunda yol göstermiş olmalı." diye açıkladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RADIA
FantasyHayata gözlerimi açtığım anda, farklı olduğumu biliyordum. Herkes gibi değildim, safkan ya da değil. Ben farklıydım, onlar gibi olmayacaktım, onların istedikleri gibi davranmayacaktım, ve onların istediği kişiyle evlenmeyecektim. Ben istediğimi yapa...