Bölüm 38: Öyle Değilsin,

26.6K 1.2K 274
                                    

  Jarryd James - Do You Remember dinleyebilirsinzi.^^ 

Multimedyaya sevdiğim bir yorumu koyuyorum. Bunu sizin içinizden seçtim. Gelecek olan yeni bölüm içinde aynı şeyi yapmayı düşünüyorum. Bunun için bol yorum yapmanızı öneririm.^ Size gerçek anlamda değer veriyorum. Bunu sakın unutmayın olur mu? Kim olursanız olun, isterseniz burada birer hayalet okuyucu olun ve kendizi bana hiç göstermeyin. Ama burada olun. Bana burada olduğunuzu hissettirin yeter. Çünkü ben buradayım ve sizinle buradayım. Sizsiz olmaz...Sizsiz olmaz.

Sizleri seviyorum. Kendinize iyi bakın.







Sonsuzluğa açılmış bir geminin güvertesinde, ıssızlığı arkadaş olarak kabul ederek yürümesi zordu. Martıların yerini akbabalar alırdı ve ağız sulandıran etinizin çürümeden yem olacağını kabul etmek gururunuzu incitirdi. Ne zaman öleceğinizi bilemezdiniz ama başınızda bekleyen akbaba yüzünden bunu düşünmeden edemezdiniz de. Bir süre sonra akbabanın varlığına alışırdınız fakat tazeliğini koruyan tek gerçek ölüm vaktinin ne zaman geleceğini bilmediğiniz o tatlı merak duygusu olurdu.

Bende Uluç'un varlığına bir akbabanın varlığına alışırmış gibi alışmıştım. Beni daha fazla ne kadar yok edebilirdi merak ediyordum. Bu tıpkı bir ölüm gibiydi ama nefes almayı kesemiyordunuz. Ve bu bir aht gibi yaşamınızın bitişini geciktiriyordu.

Uluç beni hem hayatta tutuyor, hem de sonsuz bir ölümün kollarını atıyordu. Ve bu ölüm nefes alanından olandı.

Acı çekmiyor değildim ama ne bunu dile getirecek güce ne de yok sayabilecek kadar küçük gurura sahiptim. Ben her tarafı farklı renklerle çevrilmiş bir ışık süzmesinden başka bir şey değildim ve tüm o renk cümbüşü içinde diğerleri kadar sıradan diğerleri kadar önemli görünüyordum. Bu yüzden farkedilmiyordum. Ama yinede Uluç beni  bir şekilde farkediyordu ve önüme benden nefret ettiğini belirten bir sürü iz bırakıyordu. O izleri ortasında bulunduğum karanlığın varlığının büyüklüğü yüzünden inceleyemiyordum ve bir kapı eşiği olması umuduyla atlayıp geçecekken düşüyor en başa yeniden dönüyordum.

Bu can sıkıcıydı.

Can yakıcıydı ve can alacak kadar kontrolsüz duyguların başlangıcıydı.

Kötü biri olmak  istemiyordum ama içinde bulunduğum durum beni karanlık ve varlığından henüz emin olamadığım eşikten atlatabilecek fırsatları doğurursa kötü olmayı düşünebilirdim. Belki...can bile yakabilirdim. Bu can onun canı bile olabilirdi. Bana karşımda bu denli özgüvenli bakarken ve onun isteği dışında hiçbir şey yapamayacağımı diliyle değilde gözleri ile dikte etmeye çalışırken ve bunu başardığına ben bile neredeyse inanacakken onu alt edebilirdim. Onu alaşağı edebilirdim. Büyük bir harebe yaratır elinden tuttuğum çocukla onu geride, yalnız bırakabilirdim. Bunu yapabilirdim. Bir çok şeyi yapmışken gerekirse kötü biri bile olabilirdim.

Uluç'un bizi getirdiği bu ev bir dağ evi kadar konforlu görünüyordu ama yapılış amacının dağ evinden çok farklı olduğunu da mimarisi ile belli ediyordu. Evi kim döşemiş ise güzel bir zevki olduğunu inkar edemezdim. Ayrıca banyoda bulunan onlarca krem, şampuan ve adını teleffuz edemeyeceğim onlarca marka parfüm buraya bir kadın elinin değdiğini ortaya koyuyordu. Tüm kalite içinde ev gerçekten konforlu ve o kadar pratik döşenmişti ki ilk bakışta lüks gibi görünen eşyalar sonrasında çok amaçlı onlarca şeyle kendi arasında bağlantı kuruyordu. Ve tüm bunların dışında binanın eski ve kötü görünümü de bir mimari eseriydi. Bunu içeriyi gördükten sonra net bir şekilde anlamıştım. 

Şimdi ise üst katlara çıkan merdivenlerin baktığı salonun ortasında tekli koltukların birinde oturuyordum. Uluç bir diğer tekli koltukların birinde nereden bulduğunu bilmediğim viski bardağını tutuyor ve sinir bozucu bir yavaşlıkla gözlerini benden ayırmadan yudumluyordu.

SAHİPSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin