Bölüm 47/3: Uçurtma

8.7K 399 155
                                    

Beni takip etmek için instagram; @yasoley
Uluç'u takip etmek için instagram; @uluç_sarac

Yeni bölüm geç gelecek. Final haftam sandığımdan da yoğun geçiyor, bu bölümü uzatıp atacaktım ama vaktim gerçekten yoktu. Bu yüzden bu bölümü atıp olacakları yeni bölüme sakladım.

Benimle düşünceleriniz paylaşmayı unutmayın ya da çekinmeyin olur mu? Rica ediyorum sessiz kalmayın.💕 Beni instagram hesabımdan takip ederek bölüm hakkında haberlere daha erken ulaşabilirsiniz. Sizleri seviyorum. Görüşmek üzere.

Gökyüzünde bir uçurtma uçuyordu. Uçurtmanın üzerinde sarı, yeşil, kırmızı renkte puantiyeler; puantiyelerin sıklaştığı yerde kırmızı bir kurdele vardı. İpi uzundu. İpi o kadar uzundu ki isterse Everest ile Lhotse'yi birbirine bağlardı. İsterse Merkür ve Venüs arasında bir köprü kurar ve eğer isterse Uluç ile aramdaki mesafeyi aşarak bizi birbirimize bağlardı.

Uluç ile aramdaki mesafe...Aşılması çok zor duruyordu. Onunla aramdaki mesafe Everest ile Lhotse arasında üç büyük tur bindirirdi. Ona karşı olan duvarlarım gökyüzünde duran ay kadar yüksekti. Elini uzatsa yetişebileceği bir mesafede değildim ama eğer ay ışığının altında süzülen uçurtmanın ipinin ucundan tutarsa bana ulaşabilirdi. Belki de ulaşmıştı. Kolları etrafımdayken bedenim onu ilk kez hissediyormuş gibi değildi. Uzun zamandır görmediğim birine kavuşma anım kadar samimi geliyordu sarılışı çünkü Uluç'un kolları sıcaktı. Ondan beni tanımayan soğukluğu duymaya alışmış olan bedenim bu sıcaklık karşısında yeniden şaşkına uğradı.

Gökyüzünde bir uçurtma yoktu. Beş dakika sonra o uçurtma yeniden ortaya çıkacaktı.

Uluç bazen oluyor bana mükemmel bir ay ışığının ta kendisiymişim gibi hissettiren bakışlar atıyordu. Bazense benden sanki hiç haberdar değilmiş gibi bakıyor, bakışlarından yayılan soğukluk iliklerime kadar ulaşıyordu.
Ama şimdi hissettiğim duygunun sıcaklığı etrafımızı sarmışken benden haberdar olduğuna emindim.

Uluç'un dudakları alnımla olan temasını kesmemişti. Uçurtmayı uçuran rüzgar eteklerimi onun bacaklarına çarpıyor, beni ona onu bana itiyordu. Kafamı geriye çekmek ve yüzüne bakmak istiyordum ama hissettiğim sıcaklık beni onun kollarında durmam için kör ediyor, elimi kolumu birbirine bağlıyordu.

Bir an için onu tüm bu işlerden uzakta genç bir delikanlı olarak düşündüm. Melisa ile sinemaya gitmiş olmalıydık. Sinemadan çıktıktan sonra bir şeyler yemek için güzel bir kafenin restoran kısmına oturup izlediğimiz filmi tartışırdık. Gözüm Melisa'nın arkasında oturan ona çarpardı ve onu incelerdim. Çaktırmadan. Kirpiklerine kadar.

Belki de bir konserde görürdüm onu. Kalabalık bir grupla gülerek sohbet ediyor olurdu. Gülüşü dikkatimi çekerdi. Gözleri dikkatimi çekerdi. Sesini merak ederdim. Ona yaklaşırdım. Konuştukları dolu sohbetin içinde onun heyecanlı, genç, kaygı gütmeyen sesini duyar dikkatle dinlerdim. Sesini severdim.

Uluç dikkatimi çeken biri olurdu. Onu beğeneceğimi biliyordum. Onu beğenir onu incelerdim ama bundan öteye gitmeyerek onu kafenin restoran bölümünde ya da konser alanının o açık meydanında bırakırdım.

Ama Melisa ona olan bakışlarımı onu her nerde görecek olursam olayım fark ederdi. Beni sarmalar ve geri dönmek için ikna etmeye çalışırdı.

Zihnim Melisa'yı gözümüzün önünden itmemişti.
Bir an Uluç'un kolları inceldi ve Melisa'nın kollarına döndü. Onun olmadığını biliyordum. Onun olmayacağını biliyordum. Boğazımdan yükselen bir ses vardı, Uluç bunu duyuyor muydu?

Geriye çekilmek için hamle yaptığımda Uluç izin vermedi. Kafamız arasında bir karış mesafesi kadar mesafe açıp dudaklarını alnımdan çektiğinde gözleri artık gözlerimde, benim gözlerim ise görüş mesafeme inen dudaklarındaydı.

SAHİPSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin