Bu bölüm başlığı SAHİPSİZ 1. Kitabın son bölüm başlığı. Partların devamı gelecek ancak bölüm 55: kanatları mile çeken acı benim değil birinci kitabın sonu. Uzun zaman oldu. Yazarken geriliyorum ama hissettiğim başka bir duygu daha varsa o da kesinlikle mutluluk. Evladının başarı sağlamasını izleyen anneler gibi onlara bakıyorum şu an. Uluç, başardık ha? Neredeyse bitmek üzere. Ve bu süreçte yanımda olan 50-100-150 kişi. Hepinizin ismini sırlamak ve hepinize teşekkür etmek istiyorum ama bu bir veda değil yanlış anlamayın. Finali vuracak olan part sonraki part ve o part 1. Kitabın sonu. SAHİPSİZ İKİNCİ KİTABI da olacak. Bunun hakkında detaylı açıklamaları instagram üzerinden yapacağım. Benimle orada buluşun:İnstagram: @yasoley
+600 yorum istiyorum. ❤️
Keyifli Okumalar
Doğduğum ilk andan itibaren pek çok yüz görmüştüm. İlk gördüğüm yüz beyaz önlüğe sahip bir doktor yüzüydü belki, hatırlamıyordum ama annemin sıcak kesesini bırakıp aldığı soluk yerine kendime yeni yeni kirli soluklar almaya başladığımda ve bilincim yerine oturup doğru ve yanlışı tam olmasa da ayırt etmeye başladığımdan itibaren pek çok yüz görmüş, gördüğüm yüzleri uzun uzun incelemiş ve içimde oluşan soruya hiçbir zaman karşı gelememiştim.
Acaba içinde bilmediğim, bilmemizi istemediği ne yaşıyor?
Değiştiremediğimiz düşünce yapıları olurdu, buna sabit fikirli olmak deniliyordu belki ama gördüğüm insan hakkında düşündüğüm ilk şey onun yalnızca kendi içinde yaşadığı, bilmemizi istemediği sırrı oluyordu. Belki böyle bir sırrı yoktu kimsenin ama ben buna inanıyor ve bu hayatın sır saklamadan yaşanabileceğine inanmıyordum.
İşte.
Oradaydı.
Yunus Emre'nin sırları oradaydı. Canlıydı. Yunus Emre'nin sırrı orada onun akan gözyaşlarının bıraktığı soğumuş yollarda birer kristal gibi parlıyordu. Parmaklarındaydı ve parmakları ondan beklemediğim ölçüde kirli görünüyordu ve kirin kaynağı kandı. Parmaklarındaki kan ona ait değildi. İşte, oradaydı, Yunus Emre'nin sırrı yüzüne yerleştirdiği yapay sırıtmadaydı ve yemin ederim bu sırıtma ağlıyordu.
Ağlarken gülen çok yüz görmüştüm ama gülerken ağlayanına ilk kez denk gelişim onunla oldu.
Uluç beni göğsüne doğru çekip sarılmaktan uzak bir tutumla kendine bastırdı. Sahipleniyordu ve sanki birinin tutup beni kendinden uzaklaştırmasından korkuyor gibiydi.
Uluç'un tutuşu sanki Yunus Emre'den çekinmişti ve biraz önce dediği şeyi yapacakmışım ve artık bundan hoşnut olmayacakmış gibi beni engellemeye çalışıyordu. Fakat nefes alıp vermek dışında kımıldadığım yoktu. Yunus Emre'ye uzun süre gözümü kırpmadan bakamıyordum bile çünkü şaşkındım. Nefesimi titrekçe dışarı bıraktım ve bedenimi bedeninin kıyılarına saklamasına izin verdim. Bu hareketimle birlikte gerilen sırtının gevşediğini, ona sarılmamdan memnun olduğunu anladım.
Acıyı nerde görsem tanır hale gelmiştim ve buna rağmen gördüğüm acıların bende etki bırakmasına engel olamıyordum.
Yunus Emre canımı yaktı.
İç sesim sırtımı sıvazlamak istermiş gibi kendi içimde düşüncelerimi seslice tekrara aldığında aslında Yunus Emre'nin birden fazla yüzünün olduğunun onu ilk gördüğüm andan itibaren farkında olduğumu biliyordum çünkü bizi gördüğünde şaşırmamış, sanki bizden daha öncesinden haberdarmış gibi olağan ve sakin tepkiler vermişti. Ortaya çıkan Alıç gerçeğine bakıp teoriler üretmek istemiyordum ancak Alıç gibi acı bir gerçekle birlikte başka acı dolu gerçekler de gün yüzüne çıkmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİPSİZ
Roman d'amourBaşlama Tarihi: 27.10.16 Romantizm#4: 03.02.17 Hikayenin ilk bölümleri yıllar öncesine aittir. Gelişmemi izlemek istediğim için bu bölümlere dokunulmamıştır. Bir varmış bir yokmuş diye başlattı bir kadın masalı. Bir varmış bir yokmuş diye devam etti...