Ufacık bir şey söyleyeyim, geçen bölüm daha önce aramızda görmediğim kişiler ve o kişilerin yorumları ile karşılaştım. Bu tip durumların beni heveslendirdiğini söylemiş miydim? Yalnızca onların yorumlarını görmek değil, hepinizin yorumlarını görmek okumak isterim. Yeni bölüm istediğinizi ifade etmek yerine benimle bol bol yorumlarınızı ve düşüncelerinizi paylaşırsanız yeni bölüm arasını içimdeki heyecanı bastıramayarak hemen yazıyorum zaten. Sizleri seviyorum, yorumlarınızı görmeyi umut ediyorum.
Bölüm geçen bölümün devamı olduğu için olaysız ve Uluç Ve Anka'nın arasındaki ilişkiye odaklı oldu, umarım sıkılmazsınız.
Keyifli okumalar.
Mezarımın içindeydim. Gömülüyordum. Hemen yüzüm hizasına dizilen kısa tahtaların arasından sızan ışıkta uçuşan toz tanelerini sayabiliyor, toprağın ağır kokusunun ince soluk borumda katranlaşarak akciğerime indiğini hissedebiliyordum.
Yutkundum.
Acı katranın tadı mideme kadar ulaşmıştı. Midem kasıldı. Yaşadığım kasılmanın yarattığı dalgalanmanın karnımın üzerinde apaçık seyredilebildiğine emindim. Bu kasılma bir yanardağ içinde hareket eden lavların varlığı kadar yakıcı, kül edici, etime duman katacak kadar sıcak bir kasılmaydı. Lavların sıcak buğusu gözlerimden göz yaşları olarak çıkıyor olmalıydı.
Nefesim kesildi.
Üzerime bir kürek toprak daha atılmış olmalıydı ki nefessiz kalmıştım ve bu ciğerlerimin işlev yerlerini değiştirecek kadar kuvvetlice öksürmeme sebep olmuştu. Biri sırtımı sıvazlıyordu.
Biri yüz hizama çekilmiş olan kısa tahtaları topluyordu.
Biri oluşan toz tanelerini eliyle savuşturuyor ve bana temiz hava sahası yaratmaya çalışıyordu. Çekilen toz tanelerinin arasından burnuma sızmayı başaran koku Uluç'un kokusuydu. Bu kokuyu hem tanıyor hem tanıyamıyordum.
Bu kokuyu hem tanımlıyor hemde tanımlayamıyordum.
Bazen oluyor acı bir kokuya evriliyor bazense koca bir kır bahçesinin ortasındaymışım gibi etrafımı sarıyordu. Saçlarımın arasında dalgalanıyor ensemde ve boynumda güzel esintiler bırakarak sonsuz bir döngü içinde etrafımda dönüyordu.
Bu sefer olan kokusu ağırdı. Acı vermiyordu. Ensemi ya da boynumu bir bahar esintisiymiş gibi yoklamıyordu. Bu tarifsiz bir kokuydu. Ondaki bu kokuya hakimdim ama kokunun evrilmeye çalıştığı bu tarife yabancıydım.
Öksürüklerim kesildiğinde sırtımda aşağı yukarı hareket ettirdiği elinin hareketini yavaşlatmıştı.
Gözlerimden akmayı sürdüren yaşlar hiç durmuş muydu bilmiyordum ama soğuk zemine yasladığım parmaklarım üzerine birkaç ılık damla düşmeye devam ediyordu.
"Uluç," diye fısıldadım. Sesim otuz katlı bir binanın otuzuncu katından zemine çakılmış gibi cansızdı. Sesim sıcak bir kurşunla dağıtılmış gibi kesik kesikti.
Parmaklarım ıslanmaya devam ediyordu . Elimin üstünde biriken damlaların yüzeyinde kendi yüzümü görebiliyordum. Oradaydım. Elimin yüzeyindeki gözyaşlarımın içindeydim. Oradaydım. Elimin üzerindeki damlaların içinde parçalara ayrılmış kendimi seyrediyordum. Oradaydım. O kadar çaresiz görünüyordum ki bir an için bu yüzün bana ait olmadığını bile düşündüm.
Gördüğüm yüz benim yüzümdü. Biliyordum ancak tanıyamıyordum. Elimin dışındaki gözyaşlarımın yüzeyinde göz göze geldiğim kendimle bakışmaya devam ederken yeni yeni eklenen damlaların birinde onu gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİPSİZ
RomanceBaşlama Tarihi: 27.10.16 Romantizm#4: 03.02.17 Hikayenin ilk bölümleri yıllar öncesine aittir. Gelişmemi izlemek istediğim için bu bölümlere dokunulmamıştır. Bir varmış bir yokmuş diye başlattı bir kadın masalı. Bir varmış bir yokmuş diye devam etti...