Bildirim sorunu olmuş, kesiti yeniden paylaşmam bu yüzden.
Dizlerim titredi. Ellerim titredi. Gözlerim ve hatta aldığım soluk bile titredi. Kulağımın hemen yanında patlamış gibi hissettiren silahın ateşlenme sesi salonda yankılanmaya devam ediyordu. Uluç'un bir adım önümde duran bedeni yankılanan silah sesinin bedenimi yalamasına izin vermek istemiyormuş gibi beni arkasına çekti ama ortada engelleyebildiği bir şey yoktu. Kirpiklerim bir perde gibi önüne indirdiği gözbebeklerimin üzerine halatlarla asılmıştı. Ben asmıştım. Beni korumalarını istiyordum. Beni olabilirmiş gibi aldığım nefesten bile korusunlar istiyordum. Çünkü artık dost kim düşman kim ayırt edemiyordum. Darbe beklediğim anlarda şefkatli kollarla sarılıyor, şefkat beklediğim anlarda ise yiyebileceğim en ağır darbeymiş gibi hissettiren yeni bir darbe yiyordum. Dizlerimin üzerine düşmekten yorulmuştum.
Dizlerim nasır tutmuştu. Parmaklarım diz kapaklarıma şifa bulsun diye kapanmıyor, her nerede yere çöktüysem o yeri üzerinde bulunan binlerce dokuyla tanımaya çalışarak zihnime yaralı doku haritası çiziyordum.
Vurulduğum yerleri unutmuyordum. Vurulduğum yerler zihnimdeki haritadaydı. Oluşan haritada ruhu tanıdık gelen bir kelime oluşmaya başlamıştı ama kelimeyi çıkaramıyordum.
Kırmızı ince bir iplikle çekmem gereken, çekip gitmem gereken yolun devamını görebiliyordum ama o yola yürüyen ben değildim, yol ayaklarımın altında kayıp gidiyordu. Adım dahi atmıyordum, yol gidiyordu. Ben olduğum yerde durmuş yolun durduğu yerleri işaretlemeyi öğrenmiştim. Yaptığım yalnızca buydu.
Aynı silah sesi bu sefer daha yakından hissettirecek kadar güçlü bir şekilde ateşlendiğinde Uluç'un önümde olan bedenine yanaştım. Parmak uçlarım geniş sırtına dokunuyordu. Uluç geriye doğru bir adım attı ve sırtını göğüs kafesime iyice yaslamak istiyormuş gibi eliyle beni sırtına doğru çekti.
İçerisi soğuk değildi ama Uluç'un takımına temas eden tüm dokularım dondurucu bir soğukla karşılaştı. Parmak uçlarım sızladı. Tanıdık ölümcül his burnumdaki kemiği sızlatır sızlatmaz sızlayan parmak uçlarım Uluç'un sırtına gömülmek istiyormuş gibi ona tutundu.
"Uluç." Diye fısıldadım tamamen refleks olarak. Sesimi kendim bile duymamıştım. Adranelin yüzünden olmalıydı çünkü Uluç'un sırtına yaslı olan elim üzerine düşürdüğüm kelimenin ılık nefesiyle tenim temas etmişti. Uluç'un sırtı kendini toprağa gizlemeye çalışan bir yılan gibi kıvrılarak kasıldı. Parmaklarım belli belirsiz hareketlenmişti. Uluç uzun kolunu bedenime iyice bastırdı ama bunu yeterli görmemiş olacak ki hemen ardına elini avucuma indirdi ve parmaklarıyla avucumu sıkıca kavradı. Parmak uçlarımdaki sızı geçmemişti, bunu hissediyor muydu?
Eli, üzerine geçirdiği kumaşın hissettirdiği keskin soğukluğu hissettirmiyordu. Yine soğuktu ama bu soğukluk bana aynı zamanda güven veriyordu. Çünkü bu Uluç'tu. En akıl almaz olaylarda bile duruşu şimdi olduğu gibi serinkanlıydı. Ondan önce davranarak diğer elimle elimi tutan bileğine sarıldım. Bu katiline engel olmak için çabalayan bir ahtapotun altı kolunun altısıyla da katilinin eline asılması gibi bir şeydi.
Uluç beni geriye doğru bir adım atmak zorunda bırakacak kadar üzerime geldi ve onunla birlikte geriye doğru bir adım attım.
"Anka başını bile çıkarma." Çıkarmak istemiyordum. Salonun içinde yankılanan çığlıklar beni olduğum yere daha çok sindirmek istiyordu. Korkuyordum. Cevap vermek yerine parmaklarımı kavrayan parmaklarına onun gibi kuvvetlice asıldım ve bedenimi ona doğru ittim.
Çığlık seslerini bastıran başka bir ses salon içinde yayılmaya başladığında daha ilk anda tanıdık gelen notaların ait olduğu bütünün ne olduğunu biliyordum. Kime ait olduğunu biliyordum. Zihnim beliren bu bütünle birlikte onu aradı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİPSİZ
RomanceBaşlama Tarihi: 27.10.16 Romantizm#4: 03.02.17 Hikayenin ilk bölümleri yıllar öncesine aittir. Gelişmemi izlemek istediğim için bu bölümlere dokunulmamıştır. Bir varmış bir yokmuş diye başlattı bir kadın masalı. Bir varmış bir yokmuş diye devam etti...