Bölüm 51: YUVA'M

8.4K 314 146
                                    


MULTIMEDYAYA SAHİPSİZ İÇİN YAPILMIŞ BİR VİDEO BIRAKTIM.

BENİMLE YORUMLARINIZI PAYLAŞMANIZI UMUYORUM.

BANA ULAŞMAK İÇİN İNSTAGRAM LİNKİ PROFİLİMDE MEVCUT AMA @@ YASOLEY DİYE ARATARAK DA BULABİLİRSİNİZ.

KEYİFLİ OKUMALAR.





*






     Bir bebek doğmuş olmalıydı ya da ecel tatlı acı nefesini enseme bırakarak zamanı ve beni durdurmuştu.Hissettiğim sıcaklık hissedemediğim soğukluğun esintisiydi ve hissettiğim sıcaklık ayak parmak uçlarımdan başlayarak bana cehennem içinde yanan ateşi aralayan kirpiklerime varana dek sarılmış, kırmızı püsküllü halat ipleri ile bedenimden sarkarak turuncuya çalan çıtırdak küllerini savurmaya başlamıştı.

Çıtırdak küllerin savrulurken oluşturduğu şekillerin üzerinde sisli bir perde vardı ve rüzgar hangi yönden eserse essin perde hep aynı yöne savruluyor, bir gelinin eteği gibi kabarıp şahlanıyordu. Özlem gelinin eteğine yapışmış özlemdi. Hasret gelinin eteğine tünemiş, beyaz eteğin kabarmış köşelerinden tutarak savrulmamaya ant içmiş gibi bana bakıyordu.

Çıtırdak küllerin savurduğu sisli perdenin etekleri ayaklarıma dolanıyordu ama ben temasını yalnızca ayaklarımda hissetmiyordum. Tıpkı Uluç'un arkamda olduğunu bilmem ama onu yalnızca arkamda hissetmediğim gibi. Uluç'u içimde hissediyordum ama içimdeki hangi noktada yer alması gerektiğine karar veremiyordum. Bir oyun oynatıyordum ondan habersiz. Bu oyunun yeri kalbimdi ve Uluç elini her nereye atmaya çalışırsa çalışsın buz kesip olduğu yere dökülüyordum. Uluç bunu görüp yer değiştiriyordu ama bu sefer buz kesilip dökülmek yerine alev olup yanıyor ve yandığım kadar da yakıyordum.

Uluç'u yakıyordum. Onu beni yaktığı kadar yakıyordum ve bu hisse alışmıştım. Uluç'un yanıyor oluşuna da yakıyor oluşuna da alışmıştım ve itirafı zor geliyor olsa da onu yanarken görmek beni rahatsız ettiği kadar etkiliyordu da. Uluç için alevler, hülyalı bir gösterişti, bedeni yanıyorken bile  göz doldurucu bir güzelliğe sahipti. Benliğimde Uluç için yarattığım bir kriz masası vardı ve bu masanın etrafına konulan iki tane sandalye vardı. Sandalyenin biri onundu. Diğeri benim. Uluç sandalyemle sandalyesi arasındaki mesafeyi azaltmaya çalışarak bana yeni yeni seçenekler yaratıyordu ve bu seçenekler eskiden değilse bile artık hoşuma gitmeye başlamıştı.

Uluç değişmiyordu ama benimle kurduğu iletişim için artık çaba sarf ediyordu.

Uluç benimle uzlaşmanın yollarını bulmaya başlamıştı. Uluç'la uzlaşma yolları bulduğum için mutluydum.

Benliğimdeki bu mücadele burun direğimi sızlattı ve enseme konmuş ecelin güçlü direğini kökünden salladı.

Çıtırdak küllerin küçük bir tanesi gözlerimin önünden geçip önümdeki manzaranın üzerinde yanan bir ateşböceği gibi bir yanıp bir sönmeye başladığında burun direğimi sızlatan şey annem ve babamın kokusuydu. Bir karış uzağımda olmalıydılar ama aramızdaki bu bir karışlık mesafe bana bin beş yüz karışmış gibi geliyordu. Sebebi bendim. Sebebi Uluç'tu. Sebebi geçen dolu dolu haftalardı. Sebebi anlatamayacak ama anlatmaya çalışsam bile anlaşılmayacak olmamdı. Hem konu her ne olursa olsun annem beni anlardı. Hep anlamıştı.

    Annem. Onun kollarındayken ölümü düşünmezdim ama onun kollarında değilsem ecelin tatlı esintisinin hep ensemde olduğunu bilirdim. Yaşamım da ölümüm de ona bağlıymış gibi hisseder ve kordon bağımızın hiç kesilmediğini düşünürdüm. Ama sanki artık o kordon bağı aramızda yoktu. Aslında hiç varolmamıştı. Beni bu düşünceye iten neydi bilmiyordum ama bir an için ileriye doğru adımlar atmayı bırakmış, köstekli bir saatin  cılız ama gürmüş gibi hissettiren sesinin ailemle aramda vurduğunu hissetmiştim. Köstekli saatin kapağını kapatmak, kapattığım kapağı kabarmış duygularımın üzerine perde gibi indirmek ve geri geri adımlamak için müthiş bir istek duymuştum.

SAHİPSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin