"Nasıl bana sormadan böyle bir karar alabilirsin, aklım almıyor bir türlü büyükanne." Salonun ortasında kızgınca volta atıyordum, sinirden ellerim titriyordu; büyükannem ise hiçbir şey olmamış gibi çayını içmeye devam ediyordu. Annem ve Lale Hanım biraz önce çıkmışlar, annem gitmeden önce bana sakin durmamı tembihlemişti ama öyle öfkeliydim ki kendime engel olamıyordum. Büyükannemden bir cevap bekliyordum ama o beni hiç duymuyormuş gibi davranıyordu. "O çocuktan hoşlanmıyorum, ona özel ders filan vermeyeceğim."
"Yapabileceğin bir şey yok Nam," dedi büyükannem mutlu mutlu. "Lale'ye çoktan söz verdik, sözümüzden dönemeyiz, değil mi?" Ateş saçan gözlerimle ona döndüğümde bana her zamanki şirinliğiyle bakıyordu. Benim aksime oldukça sakin ve halinden memnundu.
"Sözü veren sendin büyükanne, ben değildim!" Öfkeyle omuzlarımı silktim. "O çocukla aynı odada bile bulunmam."
"Ama sende karşı çıkmadın, değil mi Nam?" Büyükannem bana tuzağına düşmüşüm gibi bakınca dilimin tutulduğunu söylemek için ağzımı açtım ama beni susturdu. "Bu yüzden verdiğimiz sözü tutmalısın. Nam Somer'in verdiği sözü tutmadığı nerede görülmüş?"
Büyükannem beni pofpoflamaya başlayında işaret parmağımı ona doğrulttum ama ellerim hala zangır zangır titriyordu. "Sözü sen verdiğine göre o çocuğa ders vermekte senin görevin büyükanne. Hem öğretmen olan sensin, eminim benden daha iyi bir iş çıkarırsın."
"Ama ben sizin ders methodlarınızı ve konularınızı bilmiyorum ki." Dudaklarını büzdü ve kırmızı tırnaklarını ağzının üzerine tutup öksürmeye başladı. "Hem ben yaşlı ve hasta bir kadınım." Anında öksürmeye başlayınca gözlerimi kıstım, öksürmesine rağmen gözlerini güler gibi kısmıştı. "Bu kadar da taş kalpli olamazsın değil mi? Yaşlı, hasta büyükanneni çalıştıracak kadar?"
Birkaç saniye büyükannemin suratına baktım, ardından sinirden çığlık atarak salonu hızla terk ettim. Bunu kesinlikle bilerek yapıyordu, başka bir açıklaması olamazdı. Beni kesinlikle Ulaş Eroltu'ya ders vermek için zorlayamazdı, buna izin vermeyecektim. O şımarık ve umursamaz çocuğun kaprislerini çekmekten daha önemli işlerim vardı benim.
Odama girip kapıyı kapattım. Salondan bir müzik sesi gelince büyükannemin televizyonu açtığını anladım. TRT Müzik'i açmış ve şarkı söylemeye başlamıştı. Normalde bunu yapmaz, başını çok ağrıttığını söylerdi. Ama şimdi...
"Kesinlikle bilerek yapıyor," dedim titreyen ellerimi birbirlerine kenetleyerek. Sakinleşmek için beyaz döşenmiş odamın duvarlarına baktım. Çoğunlukla her şey bembeyazdı. Duvarlar, mobilyalar, halı... Büyükannem ve annem birkaç renk seçmemi söylemişti ama ben beyazı bir çok renkten daha kolay özümsemiştim, başka bir şeyi odamda görmek bana rahatsızlık verecekti. Büyükannem bu seçimimden sonra beni 'sıkıcı' olarak tanımlamıştı. Çoğunlukla bana bu şekilde hitap ederdi: film, tiyatro izlemeyi sevmezdim, arkadaşım olarak tanımlayabileceğim birileri yoktu, genellikle evden dışarı çıkmazdım ve kitap okumak dışında bir ilgi alanım da yoktu. En büyük hayalim ise büyükannemin 'daha fazla sıkıcı' olarak tanımladığı bir şeydi: bir antroplog olmak ve özellikle Türklerin geçmişi, oluşumu ve kökeni hakkında akademik bir kitap yazmaktı. Bu hayalimin dışında hiçbir şeye ilgi duymuyordum ve büyükannem sürekli gençliğimi heba ettiğimi söyleyip duruyordu. "Hiçbir güç..." dedim pencereden dışarıya, Cemil Beylerin eski evine bakarak. "bana Ulaş Eroltu'ya ders verdiremez."
Sabah olup okula gittiğimde ve Ulaş Eroltu'yu orada görmediğimde açıkçası çok rahatlamıştım, sanırım büyükannemin bana komplo kurmasını ve onu zorla okula göndermesini beklemiştim ama bu pek olası değildi. Büyükannemin bile Ulaş Eroltu'yu okula getirmeye gücü yetmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULUTLAR DA AĞLAR
Teen FictionNamverân Somer adının kısaltılmasından nefret eden, insanlarla kolay kolay anlaşamayan ve de kişisel alanının işgal edilmesinden hoşlanmayan bir genç kızdır. İstemediği hiçbir şeyi yapmayan bu kızın hayattaki tek zayıf noktası, kanser hastası olan b...