ON İKİNCİ BÖLÜM: "NAMVERÂN'IN AFFI"

8.7K 771 192
                                    


Ulaş Eroltu'nun sırrının ağırlığı ancak aradan bir yarım saat sonra üzerime binebilmişti. Limonatımı yudumlayıp çantamdan çıkardığım kitabımı okuyordum ki, sayfaların üzerine kazınmış kelimeler anlamsızlaşmaya ve de beynim uyuşmaya başladı. Kitap parmaklarımın arasından hafifçe kayıp masayı bulduğunda ise beynimde çakan şimşekler ile gözlerimin önüne problem çocuğun garson üniforması içerisindeki görüntüsü geldi.

Bunu bir tek benim bildiğime adım gibi emindim ve şimdi önümde iki yol vardı: ya Lale Hanım'a Ulaş Eroltu'nun bir kafede çalıştığını söyleyecek ya da bu sırrı kendime saklayacaktım. İlki için geçerli bir nedenim vardı, böylelikle belki de hem Lale Hanım hem de büyükannem problem çocuğu başıma sarmaktan vazgeçerdi. Ama ya ikincisi, onun sırrını kendime saklamakta benim çıkarıma uyan hiçbir şey yoktu.

Sabah ona söylediklerimi düşünmemiştim ama içimde bir yerde hepsinin doğru olduğunu biliyordum. Söylediklerim karşısındaki çaresiz tavrı, sözlerimin doğruluğunu kendinin de bildiğini kanıtlıyordu bana. Lale Hanım ile temelli sağlam olmayan bir ilişkisi vardı ve göstermediği ikinci bir yüzü var gibiydi. Evindeyken bana ve diğer herkese karşı kötü, sert ve kabaydı. İnsanları incitmek istercesine konuşup duruyordu ve kesinlikle yaptığı kötülükleri gizlemiyordu. Lakin bir de bugün gördüğüm bir tarafı vardı. İş yerinde herkese gülücükler saçıp nazik davranmasını anlayabilirdim, sonuçta burası onun para kazandığı yerdi, kovulmamak için bu şekilde davranmak zorundaydı. Tüm bunlara rağmen barista kız ve kahve ocağındaki çocukla olan ilişkisi diğer her şeyden çok farklıydı, onlara karşı nazikti, gülümsüyordu ve eminim ki onları tehdit etmiyordu.

Hangisi gerçek Ulaş Eroltu'ydu, bir türlü karar veremiyordum.

Artık tüm bu meselenin ardında bir kızın yattığından da emin olamıyordum çünkü öyle çıkarsa gerçekten bu vazgeçtikleri ve karşısına aldıkları nedeniyle beni çok büyük hayal kırıklığına uğratacaktı.

Düşünceler zihnimde birbiri ardına doğup dururken saat ilerledi, hava iyice karardı. Köşeye, kafeden aldığım bir derginin ardına saklanarak saatlerce düşündüm ve bu esnada dört limonata daha içtim. Gördüğü zaman aklına ben getirebilecek tüm eşyalarımı çantama koydum: bana sormadan alıp kurcaladığı defterimi, yanımdaki bilimsel kitabı. Artık Orion kapanmaya hazırlanmaya başladığında benimde kalkıp gitmem gerekti. Hesabı ödeyip kafeden çıktığımda bir köşeye gizlendim ve beklemeye başladım. Sessize aldığım telefonumda büyük ihtimal annemden bir sürü çağrı vardı ama bir şey için özür dilemek her zaman daha kolay olurdu. Bu işi araya büyükannemi de sokup halledebilirdim. Birkaç 'arkadaşı' gördüğümü ve onlara katıldığımı söylersem büyükannem derhal her şeyi anlatmam için beni sıkıştırmaya başlar, annemi de savuştururdu.

Başımı kafenin yanındaki duvara yaslamış bekliyordum ki bir anda, "Merhaba?" diyen nazik bir erkek sesi duydum. İrkilip sağıma dönmem ile Orion'da gördüğüm garsonlardan birini görmem bir oldu. Ben neden burada olduğunu merak ederken elini havaya kaldırdı ve hafifçe selam verir gibi salladı. "Seni Orion'da gördüm, aslında çalışanlar arasında seni fark etmemiş biri olduğunu düşünmüyorum. Neredeyse altı saat boyunca köşede oturup dört limonata içen ve bu sırada yalnızca yüz yirmi beş sayfalık bir dergiyi sıkılmadan okuyan başka birisini daha görmemiştim." Yavaşça bana doğru yaklaştı ve suratını suratıma eğdi. "Orion'a geldiğinden beri Ulaş'ı kesiyorsun. Kız arkadaşı mısın yoksa sapığı mı?"

"Peki ya sen?" diye aynı şekilde karşılık verdim ama bunu bir güç gösterisi olarak gördüğümden hiçbir şekilde beni deli gibi rahatsız eden bu pozisyonu bozmadım. "Fazla mı meraklısın yoksa sadece bir sapık mı?"

BULUTLAR DA AĞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin