Bölüm şarkımız;
Galileo Galilei - Aoi Shiori
*
Cuma günü gelip çattığında kızların arası daha da iyi olmuştu. Güneş onu eve götürüp onunla ilgilendiğimiz için çok müteşekkirdi, sürekli bunun sözünü ediyor ve teşekkür etmeye çalışıyordu. Makber annesinin öldüğünü öğrendiğinden beri ona acıyarak sürekli üzerine titrediğinden onu Güneş'ten uzaklaştırmak bana kalıyordu. Normal davransa her şey daha iyi gidebilirdi ama sürekli Güneş'e beş aylık ömrü kalmış gibi davranıyordu. Bediz'in ise hiçbir şey umurunda değil gibiydi, genellikle beton zemine uzanıp bacaklarını oturduğumuz bankın kenarına yaslıyor ve sessizce bizi dinliyordu. Öğretmenlerin bir çoğu eteğinin altına giydiği eşofmanı çıkartmaya çalışsa bile o bir şekilde onlardan sıyrılabiliyordu. Makber neden pantolon giymediğini sorduğunda ise erimiş peynire bulanmış Ay ile ilgili hikayeler anlatmaya başlıyor, asla ciddi bir cevap vermiyordu. Kendi erkek arkadaş grubuyla Makberleri tanıştırmış, Makber ile Güneş'i futbol maçına sokup ezici bir farkla yenilmelerinden beri erkekler Makber'i görür görmez kaçıyorlardı. Bediz'in söylediğine göre kaybettikleri bu maç onlara fıstıklı dondurmaya patlamıştı.İşte o gün, yine her zamanki gibi otururken, yani ben kitabımı okur, Makber ile Güneş fısıltıyla bir şeyler konuşurken ve de Bediz yere uzanmış gökyüzünü izler biçimde kızları dinlerken Makber o mükemmel fikrini attı ortaya.
Bowlinge gitmek.
İlk önce kesinlikle gitmek istememiştim, sonra Makber yalvaran Güneş'in arkasından konuşmadan, dudaklarını kıpırdatarak "Annesi ölen bir kızı kıracak mısın?" diye sormuş ve sinirlerimi tepeme çıkarmıştı. En sonunda ise kabul etmek zorunda kalmıştım. Bediz'in sahte heyecanıyla "Oley!" demesi şuan bile kulaklarımda çınlıyordu.
Kızları beklerken düşündüğüm tek şey 'Hayır!' demem gerektiğiydi ama yapamamıştım işte, şimdi sırf bu yüzden bu bowling macerasını çekmek zorundaydım. Gözümde gözlüğüm, sıkılmış bir şekilde etrafı incelerken sırasıyla gelmeye başladılar. İlk önce uzun ince, açık mavi renginde bir elbise giyen Güneş geldi. Üstelik saçının kenarına küçük bir kelebek tokası bile takmıştı. Gülümseyerek yanıma geldiğinde bende hafifçe gülümsedim.
"Merhaba." dedi gayet neşeli bir sesle. Normalde çok sakin bir kızdı ama dikkatli baktığımda hafifçe sallandığını görebiliyordum.
"Merhaba. Diğerleri nerede kaldı?"
"Makber yolda, daha demin konuştum ama Bediş'ten bir haberim yok." dediğinde iç çektim. Kim bilir neredeydi bu kız. En son geleceği kesindi, Bediz'in geç kalmak gibi sevmediğim bir huyu vardı."Daha önce hiç bowling oynamadım, becerebilirim, değil mi Namverân?"
Kafamı yeniden Güneş'e çevirdim ve omuzlarımı silkerek gayet sakin bir şekilde "Hiçbir zor yanı yok." dedim. "Emin ol Makber yapabiliyorsa sen hayli hayli yaparsın."
"Neden yine beni gömüyorsun?" Makber bir anda yanımızda belirdiğinde irkildim. Kısa kıvırcık saçlarını iki yandan at kuyruğu yapmış, üzerinde tek boynuzlu at olan bir tişört giymişti. Sanırsam dudak parlatıcısını da tüm dudağına boca etmişti çünkü dudakları ay gibi tüm ışığı yansıtıyordu resmen.
"Sadece gerçekleri söylüyorum." dediğimde sakin bir şekilde Makber gözlerini kısarak kötü kötü bana baktı, sonra ise Güneş ile kucaklaştılar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BULUTLAR DA AĞLAR
Teen FictionNamverân Somer adının kısaltılmasından nefret eden, insanlarla kolay kolay anlaşamayan ve de kişisel alanının işgal edilmesinden hoşlanmayan bir genç kızdır. İstemediği hiçbir şeyi yapmayan bu kızın hayattaki tek zayıf noktası, kanser hastası olan b...